Yeni hatıralar var, senli ya da sensiz
Çizgiler, resimler, şekiller, yan yana anlamlı ya da anlamsız,
Kanayan yaralar,
içinde ben yok, bensiz hatıralar
Koyamadığım bir kenara, içime yakarcasına bakan
Daha fazlasını oku
SÖZ VE YAZI
ellerim ve çiçekler seninle ortak paydamız
ne zaman açtığıyla ilgili, solduğuyla değil
koku ve dokunuş, görme yok
sözlü edebiyattan kalma bunlar hepsinde söz çok şimdilik yazı yok
dünyamız
Daha fazlasını oku
DE VE Kİ
Buz bakışlar, donuk benizler, buz kesti
Ben geldim ama geç kaldım etraf ayaz
YZ var elimde araya neler konur
Kimbilir
Çizmeyeceğim
Oca, 2010
SES VE SÜS
Demek alıp gittik birbirimizi ve dokununca sır olan bıçağın keskin zarafetinden taşan büyünün izi kaldı geriye.
Oysa siluetinde, yeryüzünün en görkemli uygarlıklarını kurmuş büyük insanların ruhu ışıldayan bu şehirde geceler bile aydınlık olurdu. Gecelere yaslanıp; kimi acemi ve uçuk hayaller kurar, kimi bu dünyada bir tutsaktan farklı olmadığını düşünür boğazın tepelerine karşılıklı oturmuş o bilge ve ermiş ruhlarla sohbete dalardın. Sonra özgürlüğü özlerdin, ne mehtabın denizde ki meltemle cilveleri, ne sesin ışıkla dansı, ne bin bir çiçek kokularının boğaza çarpıp baş döndüren sarhoş eden büyüsü, ne tarih ve buhur karışımının yıldızlara ulaşan gurur verici letafeti hiçbir şey senin özgürlüğe koşmak isteyen firari ruhunu susturamıyor durduramıyordu Daha fazlasını oku
Oca, 2010
Halk Hikayeleri
Hikâye türünün en eski örnekleri olan ve destandan modern hikâyeye geçişi sağlayan anonim eserlerdir. Türk edebiyatı verimleri içinde 16.asırdan itibaren görülmeye başlanan, genellikle âşıklar tarafından nazım-nesir (şiir-düz yazı) karışık bir ifade tarzı ile dinleyicilere karşı anlatılarak nesilden nesile intikal eden, yer yer masal ve destan özellikleri gösteren hikâyelerdir.
Halk Hikâyelerinin Genel Özellikleri
Genellikle aşk konusunun işlendiği halk hikâyelerinde zaman zaman kahramanlık konularıyla dini konuların işlendiği de görülmüştür.
Nazım – nesir karışık olarak anlatılan bu hikâyelerin gelişip yayılmasında saz şairlerinin önemli bir fonksiyonu vardır.
Türk edebiyatında bu özelliğe sahip ilk örnek Dede Korkut Hikâyeleridir.
Halk hikâyeleri destanlardan şu yönleriyle ayrılırlar:
- Mutlaka tarihi bir vakaya dayanmaması,
- Nazım-nesir karışık oluşu ve zamanla nesir kısmının ağırlık kazanması,
- Şahısların ve olayların anlatımında takınılan gerçekçi tavır,
- Kahramanlıktan çok aşk maceralarına yer verilmesi,
- Destanlarda yer alan olaylar kesin bir sonla bitmediği halde halk hikayelerinde kesin bir sonun bulunması, halk hikayelerinde söz konusu edilen olayların ve kişilerin oldukça azalması,
- Topluluk karşısında anlatılmaları,
- Hikâyedeki manzum kısımların genellikle saz eşliğinde dile getirilmesi,
- Değişik bir anlatılma üslup ve geleneğinin olması,
- Belli yerlerinde tekerleme adı verilen belli söz kalıplarının bulunması gibi hususlarda ayrılmaktadır.
Ayrıca destanlar belli bir daire teşkil ederler. Hikâyelerde, özellikle aşk maceralarını işleyenlerde böyle bir daire söz konusu değildir.
Hikâyenin kahramanı âşık olur, sevgilisine kavuşma yolunda çeşitli maceralara girer, sonunda kavuşur veya kavuşamaz ama hikaye de orada biter. Destanlarda böyle kesin bir son mevcut değildir. Destanlara en yakın duran Köroğlu ve Dede Korkut Hikayeleri’nde böyle bir tesir görülmektedir.
Halk hikayelerinde anlatılan ilişkiler, toplum içi olup, fertler ve tabakalar arasında cereyan eder.
Hikâyelerde olağanüstü özellikler epeyce azalmıştır.
Halk hikâyeleri, Perten Naili Boratav’a göre destandan romana geçiştir.
Hikâyeler masallara göre oldukça uzundur. Özellikle koşma şeklinde söylenen şiirler duyguyu yoğunlaştırmaya yarar.
Halk hikâyeleri daha çok âşıklar tarafından kahvelerde, düğün ve benzeri toplantılarda erkeklere hitap eder.
Halk hikâyelerinin destan döneminin kapanmasından sonra ortaya çıktığı kanaati yaygındır. Nitekim Türk edebiyatında halk hikayelerinin en eski örneği sayılan Dede Korkut Hikayeleri de destandan halk hikayeciliğine geçiş dönemi ürünü olarak kabul edilmektedir.10. yy’ dan itibaren halk hikayelerinin belki de destandan boşalan yeri doldurmak üzere ortaya çıktığı söylenebilir. (Koz M. Sabri, 1981)
Aşk ve kahramanlık konularının çokça işlendiği halk hikayelerinin gerçek hayat olaylarından ayrılan, kendilerine göre bir mantık örgüsü vardır. Bu mantık idealist ölçüler göre şekillenmiş bir hayat anlayışını savunur. Bunun sonucu hikaye kahramanı idealist bir kişiliğe sahiptir. Son olarak şunu unutmamak gerekir ki; kendi içinde tutarlı bir mantığa dayanmak şartıyla halk hikayelerinde olmayacak şey yoktur.
Halk anlatılarının önemli bir türü olan halk hikayeleri, batıda ve bizde üretiliş tarz ve biçimi belirli bir tür olarak ele alınmış ve diğer anlatı türleri ile karşılaştırmalı olarak incelenmiştir.
Halk hikayelerinde de bu anlatım ananesi devam etmekle beraber mühim bazı farklar onu destandan ayırır. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:
- a) Tarihi bir olayın olması şart değildir.
- b) Nazım-Nesir karışıktır. Zamanla nesir nazıma üstünlük kazanmıştır.
- c) Şahısları ve olayların anlatılmasında realist, çizgilere daha çok yer verilmiştir.
- d) Kahramanlıktan çok aşk maceraları konunun ağırlığını teşkil etmektedir.
Konuları Bakımından Halk Hikayeleri:
- Aşk Hikayeleri
- Kahramanlık Hikayeleri
- Aşk ve Kahramanlık Hikayeleri
Coğrafi Yayılışları Bakımından Halk Hikayeleri:
- Anadolu’da Bilinen Halk Hikâyeleri
- Türk Dünyasının Bir Bölümünde Bilinen Halk Hikâyeleri
- Türk Dünyasının Genelinde Bilinen Halk Hikâyeleri
Çeşitli ve sayıları pek çok olan Anadolu Halk Hikâyeleri, çok değişik kaynaklardan gelmişlerdir. Bunlar arasında, kökleri binlerce yıl önceki Türk tarihinin derinliklerinde olanlar bulunduğu gibi, yeni olaylardan doğanlar veya yabancı kültürden aktarılanlar da vardır.
Halk hikayelerini aşağıdaki türlere ayırabiliriz:
- Destanlar ve Destanımsılar
- Tarihler ve Menkıbeler
- Aşk Hikayeleri
- Masallar, Fıkralar ve Efsaneler
1) Destanlar ve Destanımsılar
Destan, kelime anlamı olarak Epos demektir; destanın diğer bir türü olan âşık şiirinde tamamen farklıdır. Destanın başlıca niteliği uzun soluklu bir anlatım olmasıdır. Örneğin Oğuzlardan bize kalmış Dede Korkut Kitabı adlı destan, dresden yazmasında 12 boy ve 300 sayfalık bir metindir. Kırgızların Manas Destanı ortalama olarak 90.000 dize tutar. Görüldüğü gibi destanlar en uzun halk edebiyatı türlerindendir.
Destanlar çoğunlukla nazımla düzenlenmiştir. Aynı diğer halk edebiyatı türlerinde olduğu gibi destanda da söz, ezgi ve seyirlik anlatım biçimi kullanılmaktadır. Bütün bunların dışında destanlar ölçülü söz biçiminde söylenmiş, yani ölçü kullanılmıştır. Destanlarda anlatılanlar kahramanlık hikayeleri ve doğa üstü varlıkların geçtiği olaylardır.
Destanlar ulusların yazı öncesi çağlarında oluşmuş ve gelişmiş yapıtlardır. Destanlar da, o çağlarda insanları yaratılış, tanrılar, hem de toplumun geçmişine dair bilgiler vemek amacıyla yazılırdı. bu yüzden destanlar konuları bakımından iki grupta toplanır.
1) Kozmogoni ve mitoloji konuları – Tanrılar ve evrenin yaratılışını inceler
2) Ulusun geçmişindeki önemli olaylar ve büyük önderler
Destanların günümüze kattıkları, geleneklerimiz, göreneklerimiz ve tarihimiz hakkında verdiği bilgilerdir.En önemlileri: Oğuz Destanı, Dede korkut hikayeleri, Ergenekon Destanı
2) Tarihler ve Menkıbeler
Önemli bazı tarih olayları, halk arasında, hikaye şekline dökülerek anlatılır. Ağızdan ağıza dolaşan bu hikayeler, zaman geçtikçe, asıl hallerinden uzaklaşırlar. Bunlar, zaman zaman, kimlikleri bilinmeyen kişiler tarafından yazıya geçirilir. Anlatılan tarihi olay, eski çağlara doğru uzaklaştıkça, hayalle beslenerek destana masala doğru kaymaya başlar. Bu kayma, olaylar yazıya üstünden uzun süre geçtikten sonra geçirildiği zaman görülür.
“Tevarih-i Al-i Osman” (Osmanoğulları Tarihleri) adlı eser, olaylar yaşandığından çok kısa bir süre sonra yazıya geçirildiği için esasına bağlı kalmıştır. Olağan üstü olaylarla bezenen eserler de, İslam tarihinde görülmektedir: “Seyyid Battal Gazi”, “Cafer-i Tayyar”, “Hz. Ali’nin Cenkleri” gibi.
3) Aşk Hikayeleri
Aşk hikayelerinin kahramanı bir aşıktır. Türk halkı şiire ve şaire karşı büyük saygı duyduğu için, birçok saz şairinin hayatlarını acı-tatlı olaylarla süsleyerrek hikaye etmişlerdir. Kimi aşıklar da bu halk geleneğine uyarak, kendi hayatlarından kendi aşklarından söz eden hikayeler düzenlemişlerdir.
Bir saz şairinin hayatı çevresinde doğan hikayelerin en tanınmışları: Köroğlu, Aşık Kerem, Aşık Garip’tir.
Köroğlu’ndan bir örnek:
…
Dinleyin ağalar dinleyin beyler
Sorarım bunları birgün olur ki
Adam olup koç bir ata binmişim
Kırarım belleri bir gün olur ki
Ben yükümü dağ başında çözersem
Sıra sıra koç yiğidi dizersem
Yiğitler elinde bade süzersem
Ararım bunları bir gün olur ki
…
4) Masallar, Fıkralar ve Efsaneler:
Masallar nesirle söylenmiş, dinlik ve büyülük inanışlardan ve törelerden bağımsız, tamamiyle hayal ürünü, gerçekle ilgisiz ve anlattıklarında inandırmak iddiası olmayan, kısa bir anlatıdır. Ancak, masalı sadece “olağanüstü” olayları konu eden yazı biçimi olarak tanımlamak da hata olur, çünkü hayal ürünü olup olağanüstü olmayan masallar da vardır.
Masalı hikâye, destan ve efsaneden ayıran başlıca özellik, masalın, gerek olağanüstü, gerek gerçek hayattan alınma olayları, hayal ürünüymüş gibi anlatmasıdır.
Fıkra terimi, genelde, fıkra, latife, nükte ve birçok hallerde sadece hikâye anlatılarına verilen genel addır. Fıkralarda kısa ve yoğun bir anlatım tekniği kullanılır. Bu anlatı biçimi, halk edebiyatında, gerek sözlü, gerek yazılı olsun, bir hazine değerindedir ancak tam olarak derlenmiş, sınıflanmış ve incelenmiş olmadıkları için bu hikâyelerden yeterince yararlanılamaz.
Efsaneyi, diğer anlatım türlerinden farklı kılan efsanenin geçmiş hakkında söylediğinin gerçek olarak kabul edilmesidir. Efsaneler gerçek niteliktedir. Diğer bir anlatım farkı ise, efsanelerin günlük anlatım diliyle, üslupsuz, düz yazı biçiminde yazılmış olmasıdır. Bir destan parçası karmaşık ve uzun soluklu anlatı bütününden kopup, kendine özgü üslup niteliklerini yitirince, sadece olağanüstü yönleriyle bir kişiyi ya da bir olayı bildirmek göreviyle sınırlanınca “efsane” olur.
Halk Hikâyelerine İlişkin Bazı Kavramlar
Kara Hikâye: İçinde manzum parça olmayan hikâyelere kara hikâye denir.
Serküşte/ Bozlak /Kaside: Kısa, bir türküye bağlı olarak anlatılan hikâyelere Kuzeydoğu Anadolu’da serküşte ya da kaside denir. Bunlar basit yapılı birkaç türküden oluşan hikâyelerdir. Bu hikâyelere Güney Anadolu’da bozlak denir.
Hikâyeli türkü: Bir türküye bağlı olarak anlatılan hikâyelere hikâyeli türkü denir. Bir hikâyeye bağlı olarak söylenen türkülere türkülü hikâye denir.
Peşrev: Azerbaycan ve İranlı âşıklar hikayede yer alan her bir türkünün ardından hikayedeki konuya uygun bir mani okurlar. Buna türkülerin peşrevi adı verilir.
Karavelli: Halk hikâyelerinin anlatıldığı hikâyeler arasında kısa, mensur, ibret verici veya güldürücü hikâyelere karavelli denir.
Duvakkapma: Halk hikâyelerinin sonunda âşık ve maşuğun kavuşturulmasından sonra söylenen genellikle muhammes ve müseddes türünde şen, şakrak neşeli güzellemelere verilen addır.
Sersuhane: Halk hikâyesi, anlatılmaya başlanmadan önce söylenen mensur ve manzum parçalara verilen addır.
Selçuk: Saz meclislerinde âşığın kendi şiirlerini okumadan önce yahut bir hikâyeyi anlatmaya başlamadan önce fikrî, mistik hatta didaktik tarzda söylediği manzum üründür.
Halk Hikâyelerinin İçerik Özellikleri
Konu genellikle aşktır.
Aşk Konulu Halk Hikâyeleri
- Derdiyok ile Zülfü Siyah
- Tahir ile Zühre
- Ercişli Emrah
- Arzu ile Kamber
- Aşık Garip
- Karacaoğlan ile İsmikan Sultan
Kahramanlık Konulu Aşk Hikâyeleri
- Köroğlu
- Kaçak Nebi
Aşk ve Kahramanlık Konulu Halk Hikâyeleri
- Kirmanşah
- Yaralı Mahmut
- Şah İsmail
- Bey Böyrek
Bazı Halk Hikâyeleri Örnekleri:
FERHAT İLE ŞİRİN
Mehmene Bânu kız kardeşi Şirin için bir köşk yaptırmak ister. Köşkü süsleme işini o yörenin en usta süslemecisi (nakkaş) Ferhat’a verirler. Ferhat, çalışırken Şirin’i görür ve ona âşık olur. Mehmene Bânu da Ferhat’ı sevmektedir. Bu nedenle Şirin’le evlenmesini istemez, karşı çıkar. Ferhat bir gezi sırasında Amasya kentinin hükümdarı Hürmüz Şah ile tanışır. Hürmüz Şah Ferhat’ın başına gelenleri dinleyince onu yanına alır. Birlikte Erzen’e giderler. Hürmüz Şah, Şirin’i Ferhat için Mehmene Bânu’dan ister. Mehmene Bânu karşı çıkınca iki hükümdar birbirlerine savaş açarlar. Savaş sırasında Hürmüz Şah’ın oğlu da Şirin’e âşık olur. Savaş sonunda yenilen Mehmene Bânu her şeyi bırakarak kaçar. Şirin Amasya’ya getirilir. Oğlunun da Şirin’e âşık olduğunu öğrenen Hürmüz Şah güç durumda kalır. En sonunda Ferhat’a başarılması güç bir iş verir ve bu işi başarması koşuluyla Şirin’e kavuşabileceğini söyler.
Ferhat, Amasya yakınlarındaki bir dağı delecek ve kente oradan su getirecektir. Ancak bu işi başarırsa Şirin’le evlenebilecektir. Ferhat büyük bir coşku ile işe koyulur ve bir süre sonra işin sonuna yaklaşır. Ferhat’ın bu işi başaracağını anlayan Hürmüz Şah, çalıştığı bir dağda Ferhat’a yaşlı bir kadınla Şirin’in öldüğü haberini yollar. Bu yalan habere inanan Ferhat, Şirin’in ölüm acısına dayanamaz ve dağları deldiği gürzünü canına kıymak amacıyla havaya fırlatır ve yere düşen gürzün altında kalarak ölür.
Ferhat’ın ölüm haberini alan Şirin de bir hançerle kendini öldürür, iki sevgiliyi yan yana gömerler. Söylenceye göre; her bahar Ferhat’ın mezarı üstünde kırmızı, Şirin’in mezarı üstünde beyaz bir gül ve aralarında da bir diken çıkmaktadır.
ARZU İLE KAMBER
Bir eşkıya baskınından sağ kurtulan tek çocuk olan Kamber’i evlatlık olarak büyüten ailenin Arzu ismini verdikleri bir kızları olur. Çocuklar büyüdüklerinde birbirlerine âşık olurlar. Ama Arzu’nun kötü yürekli annesi buna engel olur. Kamber kederinden dağlara düşer. Arzu zorla bir zenginle evlendirilir ancak Arzu adamı kendisine yaklaştırmaz. Bunun üzerine adam üzüntüsünden ölür. Günün birinde Arzu ile Kamber birbirlerini bulur. Arzu’nun annesi buna engel olmak ister. Ancak gençlerin etrafı suyla çevrili olduğundan yanlarına yaklaşamaz. Bu sırada iki gencin göğsünden birer güvercin havalanarak uçar. Âşıklar orada ruhlarını teslim ederler.
Türkler arasında çok yaygın bir aşk öyküsü olan Arzu ile Kamber, Anadolu, Rumeli, Azerbaycan, Türkistan ve Irak’ta (Kerkük) dilden dile dolaşır. Hikâyenin taş baskısı ve yazma nüshaları vardır. Hikâye Karagöz oyununa ve sinema filmlerine konu olmuştur.
KEREM İLE ASLI
Bir zamanlar yaşlı bir İsfahan Padişahı, mirasını bırakacak bir erkek evladı olmadığı için üzülmektedir. Padişahın “Keşiş” diye hitap ettiği Ermeni bir yardımcısı vardır. Keşiş padişah için bir elma ağacı diktirtir ve senesinde padişahın herkesi kıskandıracak derecede yakışıklı bir erkek evladı dünyaya gelir. Bu çocuğa yiğitliği ve mertliği dolayısı ile Kerem adı verilir.
Keşişin de Aslı adında dünyalar güzeli bir kızı vardır. Bu iki genç çocukluklarını beraber geçirirler. Gençler birbirlerine âşık olur. Ancak Aslı’nın ailesi din farkı nedeniyle kızlarını Kerem’e vermemek için kaçırırlar. Kerem’in Sofu adında bir arkadaşı vardır. Kerem bir gün Sofu’yla gezerken Aslı’yla karşılaşır. Kerem’in nutku tutulur ve bir daha konuşamaz. Bir süre sonra Aslı ortadan kaybolur. Kerem Aslı’yı bulmak için yollara düşer. Yolda karşısına çıkan herkese Aslı’yı sorar. Yolda karşılaştığı kızları Aslı’ya benzetir. Bir gün Sofu Kerem’in yanına gelir. Kerem’e, Aslı’nın başkasıyla evleneceğini söyler. Kerem bunu duyar duymaz Aslı’nın evine gider. Aslı ile Kerem o gece evlenirler.
Keşiş düğün sırasında Kerem’e büyü yapar, düğünden sonra Kerem ile Aslı yorgun bir şekilde evlerine dönerler. Kerem üstündeki mintanı çıkarmak için düğmeleri açar fakat düğmeler tekrar iliklenir. Daha sonra Kerem birkaç kez mintanı çıkarmayı denese de başaramaz. Yorgunluktan bir “Ah” çeken Kerem ağzından yayılan ateşle yanmaya başlar.
Aslı Kerem’i söndürmek için ona su verir fakat bu sefer ateş daha da güçlenir. Birkaç dakika içinde Kerem yanmaktan kül olur. Aslı da Kerem’in küllerini saçları ile süpürürken alev alır ve yanar. Böylece iki âşık öldükten sonra külleri ile birbirlerine kavuşur.
TAHİR İLE ZÜHRE
Bir zamanlar bir ülkenin padişahının ve vezirinin çocukları olmamaktadır. Bir derviş; bu padişah ve vezirin derdini anlar ve koynundan çıkardığı bir elmayı ikiye bölüp onlara verir. Dokuz ay on gün sonra padişahın bir kızı, vezirin de bir oğlu olur. Erkeğe Tahir, kıza Zühre adını verirler. Birbirine âşık olan gençlerin evliliğine Zühre’nin annesi karşı çıkar. Padişaha, Belli Boncuk adlı büyücüden aldığı büyülü şerbeti içirerek onu da Tahir’den soğutur. Padişah, Tahir’i saraydan kovar.
Tahir, bir gün bahçıvanbaşıyla karşılaşır. Bahçıvanbaşıdan Zühre’nin Billur Köşk’te olduğunu öğrenir ve oraya gider. Karadiken bunları görünce padişaha haber verir. Padişah da Tahirii yakalatıp Mardin Kalesi’ne hapse gönderir. Buradan kurtulan Tahirii, padişah bir sandığa hapsedip Şat Nehri’ne atar. Şat Nehri kenarında hüküm süren çöl beyinin üç kızı Zühre’nin arkadaşıdır. Tahirie âşık olan üç kız onu kurtarır. Bu sırada Zühre, bir padişaha verilmiştir, düğün hazırlıkları yapılmaktadır. Tahir, saz şairi kılığına girerek düğün evine varır. Burada herkesle mâni atışmaları yapar, onunla kimse baş edemez. Zühre burada Tahir’i görür ve çok sevinir. Kaçmaya karar verirler. Ama Karadiken onları görür ve her zamanki gibi padişaha haber verir. Tahir yine yakalanır.
Padişah ondan, “içinde Zühre geçmeyecek bir türkü söylemesini” ister. Ama o bunu yapamaz. Padişah da Tahir’i parça parça ettirir. Zühre de Tahir’in yanı başında can verir. Zühre’ye âşık olan ve bunca kötülüğü bunun için yapan Karadiken de kendisini öldürür.
Tahir ile Zühre’yi yan yana mezarlara koyarlar. Başuçlarına da Karadiken adlı köle gömülür. Zühre’nin mezarının üstünde bir pembe gül, Tahir’in mezarının üzerinde ise bir kırmızı gül biter. Karadiken’in mezarında ise kara bir diken çalısı biter. Bu çalı, bu güllerin kavuşmasını engeller.
____________________________________
Erdoğan KARA
Oca, 2010
ŞAHİSMAİL İLE GÜLİZAR
ŞAHİSMAİL İLE GÜLİZAR HİKAYESİ
(MENAKIB-I ŞAHİSMAİL İLE GÜLİZAR)
– İNCELEME – METİN TRANSKRİPSİYON – BİBLİYOGRAFYA –
Erdoğan Kara
Boğaziçi Üniversitesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
İstanbul – 1995
Kas, 2009
VE AĞUSTOS GELDİ
Bir Ağustos daha geldi. Meyan kökü şerbeti tadında bir Ağustos. Biraz buruk, biraz tatlı, biraz şuh neminde işveler saklı. Biraz muradına ermiş bir yağmur damlası gibi kırmızı gül yaprağının üstünde gülücük tadında. Biraz çatlamış susuz toprak gibi şerha şerha.
Bu Ağustos, bana geç gelen, benden çabuk giden bir Ağustos oldu. Belki de Eylül hemen gelsin diyedir bu çarçabuk gidiş. Kim bilir? Dili yok ki konuşsun. Gerçi dil neyi anlatabiliyor ki? Gözler dilden her zaman bir fazlasını anlatmıştır. Çünkü dil beyinden beslenir, yürekten cesaret alır. Yüreğin susması gerekirse dil konuşabilir mi hiç, ne haddine. Gözler ruhu yansıtır, yürekten ışık alır. Aydınlık olan ve sevginin de kaynağı olan orası çünkü.
Kas, 2009
YUSUFELI
History of Yusufeli: The first establishment of the subprefecture was realized in 1879 with the name of “Kiskim” (Alanbaşı village). The center of subpnfecture was connected to Artvin in 1926 by the law no: Ej.77.
Geographical Structure: From geographical structure standpoint, Yusufeli has a very- broken ground, mountainous and rocky areas. Daha fazlasını oku
Kas, 2009
SAVSAT
History of Savsat: Şavşat was under the sovereignty of Urartians, Kimmerians, Saka Turks, Romans and Sasanians between 900 and 950 Re. According to historical sources, Urartu and Kimer tribes lived around Şavşat between the years 900-650 BC. The region remained in the hands of Saka Turks, Romans and Sassanids, respectively.
During the Trabzon Governorship of Yavuz Sultan Selim, when Rize Province joined the Ottoman lands, now the town of Gönye, near Batumi, surrendered spontaneously. After Sultan Selim returned to Trabzon, Artvin Beys wanted to be protected as well. After this, in the second expedition, Artvin, Ardanuç, Şavşat and Borcka circles joined the Ottoman lands and their beys were given semi-chiefdom. After Yavuz Sultan Selim left Trabzon, Şavşat, Ardanuç, Oltu, Tortum and Artvin left the Ottoman Empire again. It was taken for the administrative division of our conquered region (Georgia Province) and Artvin, Şavşat and Ardanuç were turned into sanjaks.
Following the start of the First World War and the entry of the Ottoman Government into the war, the Russian armies crossed our borders on 1 NOVEMBER 1914. Since the current Armenian hostility also increased the danger, a small part of the people of Şavşat were forced to migrate to Anatolia, leaving all their material possessions, due to the cutting of the roads of all the people of Ardanuç and Artvin.
Immediately after the agreement signed with the Georgians, the Eastern Front Commander Kazım Karabekir Pasha, who was waiting in Kars with his forces, was instructed. Our army, which departed from Kars on 22 FEBRUARY 1921, arrived in Ardahan on 23 FEBRUARY, the same forces later crossed the Sahara Mountain and recaptured Şavşat, Ardanuç, Artvin and Borçka, and included them in the Motherland without any further intervention.
Geographical Structure of Savsat: Şavşat is surrounded with high mountains. Karçal Mountains (3,537) are the subprefectural borders in west and northwest. Şavşat is rich in respect of its running waters. Number of glacial lakes exists in the area. The largest one of these lakes is the Lake KaragöL. it is a fruitful lake from irrigation and fishing viewpoint. The salmon trout is abundant. Another lake in the scope of National Parks is another lake like Karagöl, which is suitable for picnic. Şavşat has also number of springs of medicinal mineral water. The spa with its hot water in Çermik of Çoraklı village is medicinal for rheumatism. Şavşat is rich in respect of its plant cover. It has rich forestry areas, and any and all kinds of trees with large leaves in the lands with low altitudes. Winter is long in high altitude points.
Education and Cultural Structure of Savsat: In the subprefectural area there are 1 kindergarden 27 primary schools, 2 primary schools with board and 3 high schools for children’s education.
Şavşat is a rich subprefecture from tourism potential viewpoint. it has unique beauties with its double-floor wooden houses in villages and plateaus, forestry areas, lakes and trekking trucks.
Health Care Services of Savsat: Health care services are introduced in a State Hospital with 50 beds, and 46 rural health centers.
Economy in Savsat: Since Şavşat has the limited agricultural lands, traditional family-type farms and small sheep-pens are mostly seen. The agricultural activities on greenhouses have just been started due to a convenient area climate.
Savsat Cuisine
- Meals Made from Milk and Dairy Products
Cheese cake and cream cake.
Dishes Made of Vegetables and Wild Herbs
Mountain beet, bird food, gum, wild purslane, roasted chard, mallow. In addition, food is made from some herbs. Wrapping is made from fresh vine leaves, chard and cabbage.
- Pastries
Katmer, silor, pastry (with walnuts, cheese, minced meat, butter), kete, noodles, hankal, cereal, corn flakes, bişi, fetir, mafiş Turkish delight, çirğ, cimur, kançlama, pasta, ravioli, button pastries.
- Other Dishes
Winter roasts, kebabs made on wooden skewers are local specialties of meat dishes. Dishes such as keskek, gendima and şilav are made from grains.
- Desserts
Pumpkin dessert, Hasuta, kaysefe, zurbiyet, iron dessert, rice pudding, apple, pear, mulberry and grape pulps, ashura, baklava and honey delight are among the desserts.
- Soups
Purşuk soup, ayran soup, tutç soup, ayran kalacoşu, eski soup, bulgur soup, onion soup, chincharian soup, plum soup, ğerğel soup, watery harşo, hele soup, zucchini soup, cut soup, beetroot soup are among the local soups.
- Meals
Onion sauerkraut, potato dish, meatballs, flat doner kebab, chard dal dish, plum dish, yoghurt starter, milk egg, flour bowl, kaygana, chilbur, milk cannon, bulama (auguz), motrevli, papasela, cap, kapuska, çenço, Kuymak , Cheese melted, stuffed wrap, hail, onion dish.
- Pickles
Sauerkraut, pickled bean, pickled chard, pickled tomato, pickled salad, pickled Gimi.
- Marmalade and Molasses
Mulberry molasses, Cranberry syrup, pear molasses, grape molasses, cherry molasses, plum molasses, pear jelly, quince molasses, grape marmalade, cranberry marmalade, rosehip marmalade.
In addition, people of our region dry fruits such as mulberry, apple, quince, pear and make “kak” and consume them as snacks or compotes. Another indispensable part of Şavşat cuisine is the white potato grown in our region and consumed by boiling or baking.
Kas, 2009
MURGUL
History of Murgul: In the 10th century, Murgul was invaded by the Seljuks. This region added to the Ottoman territories during Sultan Mehmet, the Conqueror was suffered by Russian invasion during the Ottoman-Russian war in 1877. It was added again to the Turkish lands in 1920. Murgul has become a subprefecture af ter 1950.
HOPA
History of Hopa : Hopa was added to the Ottoman State during Sultan Selim’s Governorship of Trabzon in 1490 to 1512.
Geography: Hopa is located in the east portion of eastern Black Sea region. The Republic of Georgia is located in east, Arhavi in west, Borçka in south and the Black Sea in north. The distance to the border gate, named the Sarp where passes to the Republic of Georgia are opened, is 18 km, and to the provincial center is 65 km. it is such a position of intersection on international road to Trabzon-Rize-Artvin-ArdahanKars-Erzurum and the Republic of Georgia.
Kas, 2009
BORCKA
History of Borcka: It is reported in written documents that the first residents in the region in which Artvin and Borçka are located, had been the Hurries. It is known that Hurries, starting from 2000 Re., had established a state in a large area. Various written literature report that Urartians had extended in a large area up to the area of Borçka, and then Kimmerians, Saka Turks, and Arsakians had dominated within the area. From 576 A.D., Byzantines and in 645 AD Islamic army in the period of Caliph Ottoman dominated the region followed by Emevies, Caspian Turks and Bagratians.
Kas, 2009
ARHAVI
History Of Arhavi: It was connected to Rize Governorship of Sancak of Trabzon province after Russian invasion in Batum in 1877. Arhavi was given a sub prefecture statue in June 1954 following the connection of Hopa to Arhavi. Arhavi located in north of eastern Black Sea mountains is surrounded with the Black Sea in north, Fındıklı sub prefecture of Rize in west, Hopa in east and partly with Murgul and Yusufeli sub prefectures in south.
Kas, 2009
ARDANUC
History of Ardanuc: In prehistoric times Urartians, Saka Turks, and Iskit Turks in the 8th century Re., and after 75 A.D., the Caspians, Barsellians and Bagratians, which were ancient branches of Oğuz tribe, settled in Ardanuç. In the time of Süleyman the Magnificent, Ardanuç was conquered in 1551 A.D. by Iskender Pasha. He established the Ardanuç Flag of Ottomans. Ardanuç was invaded by Englishmen and Georgians after the Mondros Armistice but taken back on March 7, 1921 by Gumru Treaty, and took its position within today’s borders. Ardanuç, which has been connected politically to Artvin until1945, became a sub prefecture in the same year. Daha fazlasını oku
FERMAN KARAÇAM
1955 yılında Ardahan’da doğdu. İlk ve ortaokulu Ardahan’da, liseyi Erzincan’da bitirdi.
1981 yılında evlendi ve üç erkek çocuğu vardır.
1982 yılında Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu.
Çok sayıda dergi ve gazetede şiir ve yazıları yayımlandı.
1985 -1987 yıllarında İlim ve Sanat Dergisi’nin yayın müdürlüğünü yaptı.
1987’de Gülçocuk Dergisi’ni çıkardı ve yazıişleri müdürlüğünü yaptı. Daha fazlasını oku
SAKLI KRİSTAL
İçimde kırıldın Kristal
Koptun, parçalandın, dağıldın, yittin bende
Hiçbir ışık bulamaz en küçük emareni
Canıma katıp sakladım seni
Geceler boyu ıssız ve tenha vadilerinde şehrin
Simsiyah uçurum ağızlarında yasakların
İKİ HÜZÜN BİRDEN GELDİ
Bir eserinde ” yollar, yoksulların yüzleri gibi tenhadır” der Nuri Pakdil.
Bana öyle gelir ki yolların en tenha olduğu bir vakitte çıkıp gelir eylül bilindik hüznüyle.
Bu yıl ise yolların tenhalığı yoksulların yüzü ile benzeştiği bir vakitte on bir ay sonra gelen eylül, çok kutlu bir dostla geldi hayatımıza. Yoksulların on bir ay beklediği ve artık yüzlerinin tenhalaştığı, yüreklerini bekleyişin hüznü bastığı bir vakitte, aşkın koynundan çıkıp geldi oruç insanın evrenine.
Bugün insan, yaşadığı çevrenin, şehrin, tabiatın, kendisine sunulmuş nimetlerin birçoğunu fark edemeden, onlara baktığı halde göremeden, dokunamadan, tadamadan yaşayıp gitmektedir. Hele büyük şehirde yaşayan insan, topyekûn bir yarışın içinde, adeta yarı baygın, hedefe kilitlenmiş ( hangi hedef ? ) hep birlikte yürüyüp gidiyor. Bir an kalabalığın içinden çıkıp çevresine, şehrine, nimetlerine bakabilmiş olsa birçok güzelliği fark edecektir elbette. Ancak yürüyen kalabalığın içinden çıkmak onu kaygılandırıyor.
SEN YOKTUN
Sen yoktun…Karanlık gecelerde tek başımayken hayallerimde ümitlerimde
Sen yoktun…
Şu kahrolası hayatımın içinde evimde tenimde bedenimde
Sen yoktun…
SEN YOKSUN Kİ
Sen gittiğinden beri aslında her şey aynı
Hala uyku tutmuyor geceleri
Önce kalkıp geziyorum evin her bir köşesini
Sonra seninle hep buluştuğumuz noktada duruyor ayaklarım
SEVGİM
Gece olunca kapanırım odama
Bir elimde kâğıt diğerinde sigara
Başlarım sevgimi yazmaya
Sanki yazılacak bir sevgim var da
Daha fazlasını oku

