Bu şiir bir aşk haritası
İçime serip de yollar aradım
Kalbine ulaşmak için..
Bütün şiirler sise dönüşür duldasında kırgınlıkların
Yüzü gönül pusulam
Pişmanlıktan mutluluğa çıkmak için
Bu şiir bir aşk haritası
İçime serip de yollar aradım
Kalbine ulaşmak için..
Bütün şiirler sise dönüşür duldasında kırgınlıkların
Yüzü gönül pusulam
Pişmanlıktan mutluluğa çıkmak için
Şiir yazınca kara kalemle deftere
Kitaplar ateşe verir belleğimi
Yeniden gözden geçiriyorum
Sabahlarını bereketli yeryüzünün
Kelimeler temizlemez
Kara tarihini sarayın
Hayhakk çektin perdeyi viran ettin sineyi
Her bir nefeste cevlan ider binbir tecelli
Kalb-i mecruha yok mu bir teselli:
Ayn ü şin ü kaf kudumünle aşka geldi
Can u dil ü kaff vusulunle nutka geldi
Akl u irfan yayın ile tuşa geldi
Aşık ü rindan meyin ile nuşa geldi
Mah ü şems kemalin devrane geldi
Cinn ü ins cemalin seyrane geldi
….. kulun dergahına pervane geldi
Efendim ateş-i aşkınla suzane geldi
________________________________________________________
Mehmet DEMİRHAN
Sevmek seni ey şehir,
İçimin ışıklarını boğar senin titrek ışıkların
Gecenin buğulu, buhranlı gözlerinde
Yaralı yüreklerin ıssız aşkları
Koynunda uyutur da sabaha dek
Sokağında salınırlar gündüzün perdesinde
Sevmek seni ey şehir
Ruhumun seslerini dinlerim
Sokağa açılan penceremden
Seslerin gelir yaslanır içime
Ben duyarım sabaha dek acılı yüreklerin
İniltili uykularını
Zaten bir sen anladın kevakib
Bir de bu şehir
Dağların taşların desem
Yüreğimden daha mı
Kalabalıktır sokakların
Benden daha mı yalnızsın bilmem
Hiç boşalmayan caddelerinde
Hiç uyumaz hiç dinlenmez misin
Gözlerini kapatıp bir an dalmaz mısın derinlere
Sevmek seni ey şehir
Yaralı bir kuş kalbimde titreyip durur
Doğmak,büyümek,aşık olmak,ağlamak
Hep senin koynunda senin bağrında
Batan kızıl güneşin
Mavin ,yeşilin, her yerin her şeyin
İçimde aşk dışımda sen ey şehir
Bir gün Haliç’ te sislerin arasından sızan güneşlerin
Bir gün İstinye ‘de
Marmaranın koynunda danseden yunusların
Bazen Eminönü çağıl çağıl insanların
Gelir durur tam karşımda ,aynamda
Sevmek seni ey şehir
Kızgın bir yaz günü koymak alnımı serin Sultanahmet’ te
Merhametin göğsüne
Binsem 128 ‘e ;uzansam uyanışa
Dönsem yüzümü Sarıyer’ e en güzel rüyama
Ne yesem ne içsem hep sen her yerde sen her şeyim sen
Her şeyim sen de….
_________________________________________________________
KEVAKİB
Yüzün oluyor bakınca gökyüzü
Sonsuzluğuna kanat açışlarım yarıyor çizgilerini
Martıların boynu bükük / Saçlarına karışıyor gökyüzü
Gözlerin dağılıyor göğümün karanlıklarına
Her yıldız bir ümit vuslatıma
Gökkuşakları açılıyor rüyalarımın ufuklarına
Uçuyorum uçuyorum
Yüzün oluyor bakınca gökyüzü
Yüzün oluyor bakınca denizler
Enginliğine dalmak, dağılmak istiyorum
Medcezirleri çağırıyor gönlümün sularını
en derinlerden derin yüzüyor ruhum
ellerin dalgalandırıyor hiç durulmayan hayallerimi
her yakamoz bir ümit vuslatıma
Gölgen dağılıyor rüyalarımın deryalarına
yüzüyorum yüzüyorum
yüzün oluyor bakınca denizler
yüzün oluyor bakınca ateşler, yakıyor
ibrahim’in ateşleri oluyor yüzün
güller kadar / güller gibi aşkın
yüzün oluyor bakınca / zannediyorum
yoksun
______________________________
KEVAKİB
kapı
geliyorlar yazı hiçe sayarak ellerini ovuşturuyorlar
bu adamlar siz bilmezsiniz emanete saygısızlık ettiler çok uzun zaman önce
kadınları vardı onları mahkum ettiler bir kez olsun düşünmediler
ben de tuttum bu şiire başladım su içmeye başlar gibi sakınmasız
düşünmedim çünkü sevmem uzun boylu düşünmeyi istemem hesaplı kitaplı
mesela bu dize buraya olmuş mu gibi ne giysem gri pantolonumun altına gibişaşırmak istiyorsan başka kapıya eğlenmek istiyorsan lunaparklara centerlara
bu da şunun gibi: nuh gemisini yapınca şaşırmamış büyüklüğüne
bu da şunun gibi: bir kız büyüyünce keşfetmiş önemi yokları rica ederimleri
epik yahut ipek sertleşip kabuk bağlamak büsbütün tastamam turgut uyarla ben
ayarlıyız mı ayarlıyız mahkumuz mu mahkumuz bir masaya dosyalara
ustam ölmüşse demek ki bana kalır bu sıkıntıyı satmak güzelleşir dillerimiz
taşınma
tevrattaki incildeki ve kitaptaki musa öğüt vermiş halkına
haydi mi demiş ne gidelim buralardan yağmadan kırmızı renkli ölüm
vallaha demiş bozkırlı bir şakirdi şu buğdayı kaldırmadan gitmem bir yere
musa da ne yapsın bıldırcın diyememiş açmamış kudret helvası bahsini
kızmış kendi kendine kanatmış dudağını ece ayhan moru gibi olmuş suratı
Allah demiş yanmış dili Allah deyince onlar öyle adamlar devrimci gibi
bu da şunun gibi: bir delikanlı sarkıp bir ustalığa bir kutu yapmış mı yapmış
şimdi ben taşındım insansız kaldım öksürük tuttu özledim eskileri
inanmazsanız göstereyim işte bu odada sürecek forsalığım
akşam sofralarını hatırlayarak geçecek günlerim içime eğileceğim
bakacağım pek bir şey yok incecik kalıp eprimiş ruhumdan başka
iplemiyorum onu da çoktandır yani görsem ne olur görmesem ne
kağıtlar lazım bana borsada tavan yapanlarından araba lazım ev lazım
kasnak
poplin gömlek çift düğmeli yaka tıraşlı surat trajik iş görüşmeleri
öğrenmek istiyorum beyefendi nedir sizin derdiniz kimi satacaktınız
az önce salladım kendimi olmayan bir salıncakta demek ki hayaldi
zarifoğlu olsa tam üç sayfa anlatır kalabalıktır onun çünkü şiiri
ben dokunur geçerim dokunuyormuş gibi bir kasnağa bir yemeni
bu da şunun gibi: uzatıp ellerini avcı kartal alıcı kartal şarkı söyler
benim yarim takmaz bunu, oturup yüreğini bir çevreyle karşılar
toprağa kan karışır aklımıza uçurtmalar takılır kurşunlanır askerler
beni ne olur affet bunca lafı üst üste koyup söylüyorum beni affet
askerleri affetme sütten kesilmemiş oğlakları ne olursun affet
bahçeleri affetme affetmeyeceksen ama çiçekleri affedebilirsin
şimdi bir çocuk bir mağarada dert anlatır bu şiiri okuyarak
o çocuk affedebilir bizi ama bilemem biz affeder miyiz kendimizi
yabancıyız çünkü teşne değiliz yaltaklanmayız kalbimize
___________________________________________________________________________________________
İsmail KILIÇARSLAN
her şeyi izah edeceğim size, yeni baştan anlatacağım her şeyi
sabırlı taşlar bulup denizlerde sektirerek, yaşlı balıkçılarla sigara tüttürerek
uzun uzadıya, uzay boşluğuna, türklüğe, imanın şartlarına dair ne biliyorsam
neyi bilmediğimi biliyorsam, neyi gereksiz buluyorsam, oturup erzurumlu emrah gibi
sazımı kaybettim, bu bir; inemem şimdi korkarım dik yamaçlardan, bu iki
ne de olsa penceresi örülmüş evlerde bize düşer hayal etmek cinnet geçiren rum kadınlarını
şimdi sorsam söylemezler ben ne yakışıklıyım, ne kadar benziyorum kendime
sorsam, ormanların, cambazların, takma gözlü kedilerin serencamını
sorsam, bir gizli bakıştı ben onu orada buldum bırakmadığım yerde buldum ben onu
sorsam, sevgili hane halkı, kalabalık sevgili, nedir gelecek olan ve nedir gelecek olan
hem ben açık açık anlatamam, ağaçları anlatamam, defne yapraklarını, bulutları
rüzgara karşı, çarşılı karşı, karşılı ikinci, çarşı yeni, döndüm ırmaklardan sağım solum numara
göklerde biriken o işveli sular birazdan üstümüze başımıza, ah bizim başımıza bizim
bizim başımıza, yakındır, bir gelecek var, işte bundadır çapraz astım ya tüfeklerimi
yokladım öyle olurmuş yoklarmış insan kendini bilirmiş ölmeye yakın
geçen cenaze arabalarından bir ders çıkartmaya çalışarak ölmeye yakın
bir kadının uzunca sinirli parmakları bir kadının işte ben öldüm sıra sende
sırası gelen, ipten atlamak için beklerdi, neydi ölüm: bir masal, neydi masal: ben bilmem
bilen bilir felsefe yitiktir, bizim memleketin malıdır, şiire benzer, yoktur alıcısı
salma saldım rüzgara, uçurtma sandım meğer kayan yıldızmış
meğer şarkıları bu orkestra söylemeye başlarmış gecenin bir yarısı prova
küdüm, ney, top atışları, devlet töreni ve dizlerini ovuşturan bir yalnız bir adam bir paltolu
alkışlıyor ölümü, çünkü biliyor, okşuyor kadim dostu çomarın geçmeyen yarasını
___________________________________________________________________________________________
İsmail KILIÇARSLAN
nektarin. yaz bitti
soluklandım gölge aradım dedim ne ki kendime
eziyet başlar gökyüzü biter vakit vakittir kuşlar kuş
uzaktan dokunmak gibi bir kızın parmak uçlarında yükselmesi
rüya görüp uyandım kabus görüp uyandım uçurtma görüp uyandımböyle başladı uyanışım
yanınızda sokağınızda evinizde durup durup işkillendim
ben geldim ergen oldum tüysüz bir kılıksız bir serseri bir rüzgar
kadıköyün gök yoksunu bekar hanelerinde hey
işte bu da kırmızı dokuzlu ve kayserili ve çankırılı ve ankaralı bebeler
kafayı bir paslı geçmişe gömüp küfür edip memleketin yedi sülalesine
az çorba az çay az insan az mutluluk kral fm aha bi de şeriatiynen seyyid kutup
şeftali. yaz bitti.
uçtuk mesela uçmayı öğrenmeyi mesela sevmeyi ama en çok olmayacak kızları
mersedesimiz olmaması yüzündendi yoksa yakışıklı sayılırdık
buğday yeniği gibi ufak kara noktaları saymazsak yüzümüzde
kızınca şişen boynumuzu ve bakmayı bilmememizi saymazsak
adamdan sayılmazsak ulan bu şehri yakar ranzada hayal kurarız
içimizi ısıtacak sevgilimiz yoksa yakacak nemiz kalmış
bi fal açarız bi kabus yaşarız bakarsın yaz bitmiş
bakarsın kızlar gitmiş üsküdara bakarsın müdür olmuş ankaralı bebeler
bakarsın hassiktir.
___________________________________________________________________________________________
İsmail KILIÇARSLAN
sokağa çık, üstün başın, kekeme dilinle sokağa çık ve anlat bunu herkese
ölü balık gibi bakan şu kadına, uyuklayan şu yolcuya, şu dakikaya
şu dakikaya istesek sığabilecek resimler var gözü yok ressamların resimleri var
ordan bakınca görünenin, ordan bakınca bir şey görünmez puslu isli bilyeler
çocuklar saklı bahçede saklambaç oynayan erik gözlü çok terli yaz gibi
kesik kesik denenebilir ölmek, kesik kesik başlanabilir şiire, bilincin akması gibi
genellemeler yapılabilir eski komünistler hakkında, politika ve magazin hakkında
kadersiz emeksiz kimsesiz kızlı erkekli hayata karşı bir dakika iki dakika üç
ben bu şarkıları olan adamdan daha çok biliyorum sokakları demek ki boşuna
boşuna değil sokağa çık demem, reklam değil, efsane, esatir, masal değil, sokağa çık
sokakta başıboş serseriler, fazla meşgul adamlar, başkenti tutanlar, tribünü yakanlar
artık kimsecikler yok diyorum, inanın, artık kimsecikler yok bir çılgınlıktan başka
amin yok, dua yok, ağır tütsü, balıkçı yaka kazaklar yok, işçiler yok
resimler yok oluyor, çakı gibi delikanlılar, kalem gibi kızlar, yok oluyor resimlerdeki her şey
sıkıcı şeyler, bundes liga mesela.
___________________________________________________________________________________________
İsmail KILIÇARSLAN
aşk ayrı: onun için bir çocuğun anne demesi gerekir
ateşli hastalık, isabetsiz bir görüş, bunun gibi şeyler
birinin üzüntüden avazı çıktığı kadar bağırması gerekir
yazılan, çizilen, okunan, söylenen, karıştıran aklımızı
esatir gibi söylenip duran dilden dile, ne sandınız
hangi sandıkta buldunuz böyle içimizi, böyle dışımızı
içimizden dışımızı, kaybolup gidişini, burada dur
burası güzel, bakınca bozkır görünüyor, bizim uzaktaki kardeşimiz
artık sevinmiyoruz, hep gülüyoruz, etimiz geriliyor
ademde başlayıp bende bitecek bu dert, bu böylece biline
sultanlar susmuş, görünmüyor artık posta güvercinleri
işte gene yaptım, bir şey bulup tutundurdum ona her şeyi
işte gene yaptım: kendimi bu seferde de vermedim kimselere
o zaman Türk sıkıntısı için üç kere: aşk ayrı
___________________________________________________________________________________________
İsmail KILIÇARSLAN
ben bu şiiri eninde sonunda yazacağım mustafa, sert bir şey olacak
bir merdiveni çıkınca birdenbire bir küçük adayla karşılaşmak gibi olacak
dönecek kendine, eğilip bir sarnıca taflan ve lahavle, eğilip kendime bu ne güzel bir an
yani bu şiir aslında yani mustafa o gördüğüm silah gibi olacak duvarda asılı
bir kızın gözleri gibi olacak incelikler içerecek çıplak olacak ve lahavle
bir düşün insanlık dediğimiz şey tam da gelip masamıza konmuşken
kara bir gölge gibi aramızda sağ siyaset, rahmetli turgut özal ve döviz paritesi
ve mesela yalanlar yani pardon kardeşim isa ve harun ve musa ve Allah’ın rızası
daha çok kanla mesela daha çok prezervatifle nişantaşında kafelere daha çok gitmekle
dur burada mustafa, biraz soluklan, bir çay iç ve başlasın dem ve kün ve lahavle
kanalı değiştirmek gibi merdivenden yürüyüp çıkmak, bir filmi tekrar izlemek gibi
derdest edilmişken, hazır konu açılmışken, kamuoyu yoklamaları tam da şimdi gelmişken
sığınmak istiyor insan abi, yapamıyor ne de olsa katlanamıyor kendine, eskiyor
hep beraber susmak istiyor, hep beraber dua, şükür, diğer teknik ayrıntılar
gece ağırlaşıyor mustafa, zaman doluyor, sonu geliyor her şeyin ve lahavle
___________________________________________________________________________________________
İsmail KILIÇARSLAN
Eren Safi’ye
birdenbire oluyor bu: derin bir üzüntüye yaslanıp aramaya başlıyoruz
kayboluyor bütün yüzler, bütün resimler, her şey her şey
bir atımlık barutlarla o yalın gençliğimiz nereye gitti söyleyin
aramıza bunca yalanı, buncasını kim soktu, insan ne de çabuk yeniliyor
kendimden geçiyorum, bir eski sarhoşluk hali oluyor ve bitiyor
salıncak, söylediğim ilk yalan, ahlat ağacı, köy düğünü, her şey her şey
bu sarhoşluğa denk düşüyor şairlerin bomba gibi aramıza bıraktığı mısralar
üşüyorum, üşüyorum, beni örtün, beni örtün, belki geçer üzüntüm
___________________________________________________________________________________________
İsmail KILIÇARSLAN
çok mu yordular seni, yorsunlar, iyidir yaşamak için kışa doğru bir uzama
bir yalnızlık ortasında liman olan şehirlerin, zulasında şiir olan serserilerin
bilemezsin, uçurtmasız bırakan neyse rüzgarları tam da ondan ağlıyorum ben
bir ses bulmak önemli, o sesi çoğaltmak, bir kızın babasız kalışı, bir esmerlik önemli
uzaktan kumandalı arabası olmayan çocukların kulelere sataşması ve politik şiir önemli
içime doğru sıkılganım, içimden yorgunum ve söylüyorum bir korkunun şarkısını içimden
mevsim meyvelerini, manavları, eşi dostu, küpe çiçeklerini bana bıraksa da dünya
görenler anlatıyor
eskiden otururmuş, diz kırarmış
ve kurtarırmış kurtarılacak olanları
sonra bir yangın çıkmış
sadece geceleri içmeye başlamış sigarayı
yüzünü boyamış, yüzünü kaybetmiş
oy bile vermiş şu suratsız heriflere
uçuk mavi takım elbiselerle imge yapmış şekil yapmış
fıkra anlatmış kızlara asılmak için
işte böyle büyük reis, sen otururken neler olup bitti gene de Allah kerim
ovalara baka baka resimler birikti havsalamızda sonradan kaybedelim diye onları
babalarımızın çiftçi, babalarımızın işçi, babalarımızın şoför olduğunu unutalım diye
unutalım diye doğduğumuz yerlerde oynanan oyunları, bozkırın rengini
unutmayı unutalım bunca telaşın arasında bunca kirin pasın bunca kartvizitin
aczi unutalım, insanı unutalım, okyanusu unutalım, kitaplarda yazılı olanları
sonra bana şey dedi
ismail sen anlamazsın
böyle yürür türkiyede işler
böyle işte kariyer falan gibi yani
külkedisi masalı gibi yani
sadece geceleri çıkmayınca
sadece kendinle kalınca
memleketten gelen tarhanayı
eskiden evlendiğin karın
sofraya sofradan sofra
üzülme
gene de noellerde bir hatırlayan olur seni
bu ne büyük incelik dersin
anlayacağın eldivenlerimi giyip alışveriş merkezine gittim sevgili eren safi
inanmazsın ne kadar ucuzlar, çinliler yapmış be kardeşim diyerek
kendime bir çatapatlı tabanca aldım birikmiş puanlarımla, bir polis takımı sana da
bir de çoluğa çocuğa karışırsak, gerisi kızılca kıyamet
___________________________________________________________________________________________
İsmail KILIÇARSLAN
çetin bir tartışmanın ortasında kaldık gibi geliyor bana, bir sıkıntının
ben bu şiiri ordan başlayarak yazmak isterim, kız gibi şiir olur bana kalırsa
bana kalırsa en iyi şiir orta ikide uzaktan sevdiğimiz hafta sonu kızlarıdır
göğe baktık, salıncak salladık, parka gittik, kırk yaşlarında bir adam gördük
parlak montlarımız vardı üzerimizde: sigaramıza ateş, ilk gençliğimize nefes istedik
vermedi
vermezdi de zaten
ama bu yüzden şair olmuş değilim, elimin kalem tutması çok sonradır
hem ayrı bir kompozisyonun meselesidir
ankaragücünün şiire pekala yol açabileceğini düşünmem de öyle
o dergi toplantılarından falan da oldum olası
derin kökler saygı duruşu istemez, denklem istemez, vakanüvis istemez
çok saygıdeğer oldu, çok efendimli oldu, çok oldu bu şiir, yazılmak ister öyle olunca
öyle olunca gözlerimi kapatıp depresyonlu falan filan höst ulan müslümanda depresyon olmaz
ne olur müslümanda anam babam iki gözüm, ne olur dünyada müslüman olmasa
ben işte böyle aksak bir ritmin akışıyla bakardım on beş yıl önce yatakhane camından
sonra gündüzcü oldum
servis penceresinden bir orospu gördüm
en arka koltukta sigara içiyordum
vallaha da gördüm billaha da gördüm
üzüldüm, şimdi anlıyorum neye üzüldüğümü, ama bunu sana söyleyemem
___________________________________________________________________________________________
İsmail KILIÇARSLAN
“Mehmet Ali’nin anlattığı kayıkçı Yusuf’a”
sen o masada oturuyorsun, durmadan uykun geliyor, durmadan çay içiyorsun
ben esrarlı bir sabahtan aydınlık bir cumaya ağıyorum biliniyor kim olduğum
aklıma güvenmediğim ve biliniyor uzaktayım elma biriktiriyorum pul yerine
şimdi burada bir çiçek ismi ansam, yaz gelecek desem, bekleyelim
parlak fikir denebilir bulduğum cümlelere, iltifat edebilir bana insanlar
elimi sıkıp başarılarımın devamını dileyebilir, baş ağrılarım için bir koşu eczaneye gidebilir
ben denize inerim denize inince kızıllaşır sakallarım bir muharebe düşüyle
yusuf derim beni adana götür, beni götür, al götür, ısla da alnımı anlatayım
anlatayım yusuf: bu mavi yelkenin bu gemi azıya almış hayaletini, bu macera filmini
türk siyasi hayatını anlatayım canlı yayında, uykum gelsin çay içeyim
seninle bir anlaşma yapayım: iki şişe şarap karşılığında insanı anlat bana
insanı, hani şu durmadan sevişen, durmadan oy veren, durmadan yaşayan
tam da burada sen o masada oturuyorsun ben bir kuş sürüsü ekliyorum bu resme
canım sıkılıyor unutuyorum bir evimin olduğunu
unutuyorum, yeniden başlıyor benim uçsuz bucaksız sersemliğim
yusuf, sen ve ben bilmeden kardeşiz, yalnız benim yelkenim yok: uçamıyorum
______________________________________________________________________________________
İsmail KILIÇARSLAN
bu hafif yağmur böyle iyi, bu hafif baş dönmesi, bu inceden parasızlık
bu arkadaşlar böyle daha iyi, bu yalnızlık, birdenbirelik, bu hız vallahi
nemi alınmış kadınlar, duvar halıları ceylanlı falan süryani gibi
mert çocuklar bıçaklı çocuklar müslüm de dinlemiyorlar artık uykuları kaçıyor
hani yani bu böyle iyi derken büsbütün iyi olmayan şeyler de var tabii
mesela kızların bu kadar çabuk büyümesinden korkuyorum yalan değil
yalanmış gibi geliyor ama hayvanat bahçelerinde kavanoz içlerinde uyuşmuş yılanlar
ve pentagon
krallık yıkıldı prenses seni kimse öpmeyecek
vakit uzadı
gün aştı
sular yükseliyor
gotik de yazdım sonunda duyurulur şatolarında şarkı söyleyen derebeylerine
bir elif miktarı bir oturma bir ferahlık tanrım ne olur helva ve bıldırcın eti
fenni ilimlerden anlamıyorum
gözlerinden geçen neyse anlamıyorum
anlamıyorum niçin sonsuz bir yaşamak hayali kuruyor insanoğlu
___________________________________________________________________________________________
İsmail KILIÇARSLAN
sana bir şey anlatayım: bir kıyamet sahnesini
yerin dehşetli sarsılışını, toprağın kalkışını ve insanın bana ne oluyor deyişini
sokakları, tanımsız kalabalıkları, yenmiş ekin tanelerini, kış mevsimini
sonra bir geniş meydan bulalım kardeşim, oturup söyleyelim eskiyi ve yeniyi
olup bitsin geçip gitsin müzik sussun kadınlar evlerine saklansın biz geldik
erkekliğimiz geldi ağlamamız geldi bizimle birlikte başka şeyler de
dansa kaldırdık kızları, olmadık işler aldık başımıza, belalar sardık, yenildik
bu yenilgiden yeni bir yenilgi onardık ve düştük, sürdükçe sürdü yalnızlığımız
damağımız tutuştu, bir bardak su bulsak, bir ışığı açıp kapasak, bir nun, bir elif
kıyamet işte böyle kopsa, sana bir şey anlatırken, sana dair bu mısrayı yazarken
sana bir şey anlatayım: bir peygamber yalnızlığını
mağarada başlasın her şey, o samut gecede, o eşsiz bekleyişte
markus, durmadan okusun ilahisini ve işaret edip dursun gelecek bir zamanı
hay allah! bu markus benzemiyor başka markuslara, yakmalı bunu, etini kokutmalı
sürmeli bir çarmıh gibi değil, bir sürgün gibi değil, başka bir şey gibi değil
öyleyse oturup bekleyelim kardeşim, dahiyane planlar yapalım hayata karşı
kaslarımız gerilsin, belimiz yorulsun, yaşamak başlasın, dönelim kendimize
bunu biliyor olmalısınız: her terk edilmiş peygamberin bir şarkısı olduğunu
bunu biliyor olmalısınız: o geçen gemi değil hayalet, parlayan yıldız değil çöl ayazı
üşüdük mü, üşümemiz geçer mi, biz hiç asker olduk mu, sevdik mi günahları
esrar dede, esrarlı dede, patlat baba zulanı, yap bunu, yapılmayan bir şey kalmasın
sana bir şey anlatayım: bir kadının uzaktan görülen dişiliğini
ali yok, murtaza yok, kahramanlık öyküleri yok bilmiyorsun hiçbir şey
biz sokağa çıkınca balkonlardan sarkmıyor kimse, tenimizde aradıkları yok
bursa işi bıçaklarımızı dişlerimize kıstırıp pusuya yatsak, geçse sancımız
indirimli satışlardan yararlanıp ah o güzel istanbulun en olmadık caddesinde
bir ateşe yangın bir kıza kaçamak bakış bir kıvrıma tav bir masala kahraman olsak
kardeşim kara üzüm seversin sen bakışların her ne kadar türk olsa aşısız
bakışların deyip durmaktayım kadın deyip durmaktayım çaresiz masa başı sancısı
delikanlı yüreği kan postası sevip sevip uzaktan yakaları kalkık bir eşkıya
bildiğiniz eşkıya dürbününü rehin bırakmış sevdiğine yüzük almak için denir böylesine
içimiz açılıverir yanında kendimizi sakınmak için nedenler bulamayız akşam aşar
ay görünür türkü söyler, üşür tütün sarar, adam vurur namaz kılar, eşkıya budur
hüzün budur gece çöker sonsuz karanlığa bakar aklına efsaneler üşüşür bakarsın saz çalar
ah ne bileyim a yavrum ne etmişler gençliğine yavrumun kara yılan derim der annesi
dövmeleri kadar yaşlıdır mevlide ağlar ama görülmemiştir üzüntüden ağladığı
sana bir şey anlatayım: birinin birdenbire büyümesini
bezden bir bebeği varmış bir çocukluk hayali bir halden anlamaz babası
o yüzden ağlamış geceleyin düş kurmuş ses duymuş hayaletlerden korkmuş
şimdi titreyen ellerine bakıp iç geçiriyor dalıp gidiyor kimselerin bilmediği ormana
ormanda avcılar ceylanları vuruyor açılıyor ormandan ölmüş bir sevgilinin ellerine
elleri var sevgilisinin kimseye anlatamıyor elleri var derinine bakan bir çift gözü
kurtulup ileri atılmak için kardeşim bu eller benimdir sanmak isterim oyun oynamak
kandırırım kimseleri bulamazsam kendimi onu bulamazsam mevsimler biter birden olur
uzakta tek başına bir ağaç görünür evin penceresinden takip edilince büyür bahane olur
yaşamaya bahaneler bulur her gün bir yenisini her gün aklına mukayyet olmak için
yoksa şizofren bir ruh dalgası yoksa anlatım bozuklukları çırpınışlar gelip gitmeyen
gitmeyince bitmeyen kafiye için değil sahiden bitmeyen karabasanlar yaşamamaklar
sokakları doldurup sokakları ah o anlamsız o başka bir şey tarif eksik sözlük yok elimde
elimde ölmüş bir sevgilinin elleri dışında kanıt yok doktor bir de babası söylemiştim
ölmeyi ben istemiştim delikanlılığımda bir işaret fişeği mavi bir sıkıntı olarak şimdi bak
ne olur tanrım ne olur bize bak ellerimizden tut biz üşüyoruz üşüyoruz üşüyoruz
sana bir şey anlatayım: bir şairin eve dönüşünü
anne ben geldim, bin yıllık yaram geldi benimle, aklımın son karışıklığı
o sonsuz masala kafamı bastırıp uzakta olmak biraz da acı çekmektir demek için
bezden bir bebek getirdim kardeşime, çilekler bitti konuşurken, korku dağıldı
lacivert bir gökyüzü beklerken biz, yaz geldi, ergen oğlanların kaçamak bakışları
ben ne anlatsam yarısından fazlası eksik kalıyormuş gibi: susuvermek
“oysa menenjit yüzlerinde kan bırakmaz sarartır çocukları” diyerek tekrar başlamak
kaldığımız yerleri, yalnızlığımıza patlayan, içimize akan ne varsa ah işte unutmadım
kareli gömlek giydim biriyantin sürdüm alet oldum nefsime intikam alıp verdim bu değildi
annem ağladı dağ gibi büyüttüm anlam aradım dilim sürçtü önünüze belki bir gül düştü
kimseler bilmesin evimize kimseler gelmesin artık üzülmeyelim parka gidelim
sana bir şey anlatayım: bitmeyen bir sıkıntıyı
geçermiş kanın damardan bıçağın etten geçişi gibi ay vakti olurmuş bakarmışız abartı
ihtiyarlar parkında oturup meydanları halkları mesela bir kadını ıskalamayı
varolan bir şey değil bir ıslaklığa dokunmak, galiba söyleyemem
bir çocuk kardeşim yığılıp kalıyor kollarıma ses arıyorum bağırmak bağırmak için
bu amansız takip bu olmadık tütün sancısı bu haksız rüzigar bende bir yeri biriktiriyor
bende bir yer var:
oradan usul usul dönüyorum bir elimde asayı musa diğerinde züleyhadan kalma sadaka taşı
dünya durdukça aşk durdukça isyan ya da devrim durdukça ben de durup duracağım oldu mu
bileğime burjuvanın sevdiği o çiçekten çizip çizip sonra sileceğim oldu mu
bir şiir var ham erik gibi vadedilmiş kızlar ant içilmiş incirler gibi bir şiir
ben onu bulup ayrılacağım aranızdan oldu mu
sesim birden hırlamaya dönüşecek bunu beklemiyordunuz kimse beklemiyordu
yalan da olsa çocukluk girilir çıkılmaz bir ırmak olsun, aramızda kalsın, ben sizi seviyorum
___________________________________________________________________________________________
İsmail KILIÇARSLAN
plan yapıp emirler veriyor hayaller kuruyorlar, ne kadar da rahat yaşıyorlar
zannederek kendilerinden başka biri olduklarını, başkalarını yağmalıyorlar
oysa atlarda aranır asalet, karanlıkta aranır ses, sonunda insan savunmasız kalır
daha anlatacaklarıma başlamadım bile desem: bir çınarın altı bir yıldızın gölgesi
en iyisi ben bu şiiri yazmayayım, ben yazarsam her şeye yeni baştan başlarım sanılacak
ben yazarsam belli ki sıkıntı basacak ekranları başındaki milyonlarca insanı
güzellik maskelerini, maskeli baloları, askerleri ve iyi görünümlü bayları sıkıntı basacak
kimseyi kandıramayacaksın genç dostum diyecek, sanki ben bilmiyorum rulet oynamayı
sanki ben bilmiyorum rulet oynamayı, sanki bilmiyorum ata binmeyi, çiçekleri sulamayı
fakat yirmi birinci yüzyıl acımasızdır, kıstırır okuma bilmeyen çocukları köşeye
malum, bu günün kızları ağızlarında çiklet yerine jilet taşımayı tercih ederek büyürler
büyür sıkıntı. denir ki işte amerika /yaşasın/ ve parlasın bizim yüz vatlık ampulümüz
çocuklar tersinden sökerler alfabeyi: ilk iş yüzme öğrenirler bu çılgınlık denizinde
bacon tablolarını korkunç bulmayı korkunç komik bularak patlatırlar şarkılarını
tırnak aralarındaki kirleri önemsiz zannederek, kızlarını global dünyayla paylaşarak
paylaşmayı değersiz bularak ve ileri ve durmadan bam diye bir kaypaklık
kaypaktır artık eski tüccarlar, pazar dengelerini önemseyerek yaşamaya başlamışlardır
drama önemini yitirmiştir, dünya kaybetmiştir dengesini, kimi şairler romantiktir
dondurma gibidir dizeleri, ucuz diziler gibidir, kimselere yoktur faydası
vaaz etim, anlaşılır bulundu şiirim, sanırım şaşırttım ekabir takımını, öyle değil mi tenekeci
___________________________________________________________________________________________
İsmail KILIÇARSLAN
çokça sıkılıyorum sazımın talaşları dökülmüş gövdesinden kuş çıkmıyor sakarya
sözlük okuyorum s harfine gelince selamete erişecekmişim belki diye sakarya
dördüncü sınıfta el yordamıyla aşık olup haşlanmış yumurta ve sanayağlı ekmekler sakarya
nedense adını unutmuşum, sözlüğün s harfinde arıyorum siyah saçlarını sakarya
onlar servise biner benim evim yakında ve memur çocuğu değilim beypazarlıyım sakarya
yüksek sesle okumamalıyım bu şiiri, pelteğim sahi, tırnaklarımı yiyorum, bir de sakarya
o köyde o Allah rızası kokan erkek odalarında parasıyla yatılılık ve fazladan dayak
islami hareketin kökleri: arkadaşlara gönderilen alman çikolataları ve fazladan hipnotizma
elbette vird ve varidat ve müslüm gürsesin yasak oluşu ve melek sinemasında ve fazladan
kandinsky ve mahmud sami, hayy bin yakzan ve milena ve fazladan kaf(k)a karışıklığı asitli
ilk duman ilk iman ilk insan ilk isyan ilk engizisyon ilk kafir ilk müslüman ve fazladan sigara
sabah kahvaltılarında bir türlü kurtulamadığımız uyku ve şişko kızlar gibi kokan yumurta
hatta aramızda kalsın, altın silsileden mevlana halid-i bağdadi ve ian dallas
sonra briyantin ve nefesin ilk kesilmesi bana bir şey oluyor erkek oluyorum bana bir şey
zafer çarşısında siperde bir komutan gibi o köşedeki sanat atölyesinde bunca güzel sezen aksu
siyah saçlı sarı saçlı örmüş saçlarını dökmüş omzunun üzerine dönmüş bana bakıyorlar
yalan söylemeyi de öğrenmeli insan bir davası varsa bırakıp gitmeli kızları afiş asmalı
sahi ben böyle mi büyüdüm. yani tam olarak o baştan çıkarıcı şarkıları dinleyerek
o kızı yüksek sesle severek, tedirgin ve mahcup şiirler yazarak, yorulduğumda soluklanarak
ben asılsız ihbar çıksam şimdi, beni aramasalar, beni kapasalar 49 nolu bir odaya
daha nasıl anlatsam şu olup bitenleri, bu meydan savaşını daha nasıl anlatsam
___________________________________________________________________________________________
İsmail KILIÇARSLAN