Sen olsaydın, öyle ulu orta kimse kapımı çalamaz,
Bin sıkıntı;
Bin bir üzüntüyle kalbimi parçalamazdı.
Sen olsaydın korurdun beni, kollardın!
Sen olsaydın
Resminle konuşmaz,
Resmine sarılmaz,
Sen olsaydın, öyle ulu orta kimse kapımı çalamaz,
Bin sıkıntı;
Bin bir üzüntüyle kalbimi parçalamazdı.
Sen olsaydın korurdun beni, kollardın!
Sen olsaydın
Resminle konuşmaz,
Resmine sarılmaz,
Şair. 1976 yılında Ankara’da doğdu. İlk ve ortaöğrenimini bu şehirde tamamladı. 1993 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni kazanarak İstanbul’a geldi. İlahiyat eğitimini yarıda bırakarak bu kez aynı üniversitenin İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Sinema bölümüne kaydoldu.
İlk şiiri Kaknüs Dergisi’inde yayınlanan şairin, Hece, Yedi İklim, Dergah, Kırklar ve Atlılar gibi dergilerde de şiirleri yayınlandı. “Portakal Turta Bir de Kirpi” ve “Ablam Uzak Ülkede” isimli iki şiir kitabı var. “Ablam Uzak Ülkede” ile “2004 Cahit Zarifoğlu Şiir Ödülü”nü aldı. “Başka Masallar” isimli bir “büyüklere masallar” kitabı da olan şair, ayrıca belgesel senaryoları da yazdı. “Aliya”, “Cahit Zarifoğlu – Yaşamak” ve “Roger Garaudy” senaryosunu yazdığı belgeseller arasında. Bu belgesellerden “Aliya”, “T.Y.B Yılın Belgeseli” ödülünü aldı. “Cahit Zarifoğlu – Yaşamak” ise Antalya Film Festivalinde finalde yarıştı.
Senaryosunu yazdığı pek çok TV filmi var. Bunlardan “Susuzluk” ve “Baba Evi”, 2006 yılında yönetmen Nazif Tunç tarafından filme alındı.
Halen Ülke TV’de Meksika Sınırı” isimli programı sunuyor.
Eserleri
ŞİİR
1.Portakal, Turta, Bir de Kirpi
2.Ablam Uzak Ülkede
MASAL
1.Başka Masallar
BELGESEL SENARYOLARI
1.Aliya
2.Roger Garaudy
3.Cahit Zarifoğlu – Yaşamak
TV FİLMİ SENARYOLARI
1.Susuzluk
2.Baba Evi
3.Ödül
4.Kara Yılan
Niyet ettim Allah rızası için
Devrim yapmaya
İlk adım kalple
Buyurun la ilahe illallah
Muhammedün rasulullah
Sen tek sevgilisin
Ne göze görünür başkası
ne de gönle girebilir
Adın, anıt dikilir
dil ucuna!
(Umurunda değil kalbimin
dünya renkleri)
/ Sorarsam,
Oturduğumuz masa hayatın
ölüm sınırında
bir uçurum
düşüp de sözün parçalandığı
Tek tek ayrıldık oyundan sahneye
çıkmak için
Gençlikten elde ne kaldı
Param parça renkli sıcak anılar
Tutkular umutlar heyecanlardan başka
Onlar ömrün bir köşesinde
Mesela kar altında Palandöken’de
Yirmi yaşın kışında kalmalılar
Sevin karşına şair çıkarsa uğur getirir
Şair dervişin kardeşidir
Rüzgara vermiştir ikisi de hikayelerini
Coşkulardan görüntüler çeker dile usanmadan
Çılgınlığını aşar renklerin
Korunu söndürür ruhunda dilin
Ağlarken aldılar elinden neyi varsa
Açken sokaktayken sevdalıyken
Yüreğinde geçmiş zaman yanığı
Bakmayın yüzlerinin gelincik tarlası olmasına
Dokunuldukça derinleşir yaraları
Dünya saldırgandır en yaman putlar saldırır
Acı kaldı geriye kalbin sılası da bu
Bir de seslere yansıyan resimler şair gülüşü mesela
Bulmuşlar kapısını hayatın dalmadan çıkmaz sokaklara
________________________________________
Mustafa YÜREKLİ
Irmak kenarında çınar ağacı
Ölü genç kıza gölge olur gün boyu.
Kız sabahlara kadar dolaşır
Köy sokaklarında.
Arar ayakkabısının tekini,
Bulamaz.
sen gittin
uzun bir yola yola….
cebinde,
yaban atlara vermek için sakladığın akide şekerleriyle…
Gücüme gitmez idi kafir kast etse bana / Dost elinden kalkan hançer gönlümü bizar eyledi
Seher vakti namazında
Namazında, niyazında
Hem kışında, hem yazında
Kurban olam,yar sana ben..
Gökyüzünde turna olsam
Göllerinde suna olsam
Çeşmelerde kurna olsam
Kurban olam yar sana ben
DUA
Yâ rabbi, beni ruhu kirleten döşeklerden koru
Eline,beline ve diline gevşeklerden koru
“At” izinin “it” izine karıştığı şu günlerde
Özellikle de, iki ayaklı eşeklerden koru
“Fıtrat-ı zîşuur olan vicdandaki incizab ve cezbe, bir hakikat-ı cazibedarın cezbesiyledir.”
Bediüzzaman Said Nursi
Kanlı yakarışlar çıkarma sırrı
Uçurumundan sessizliğin
Girdabına dalma cesareti isterim
Dipsiz pişmanlıkların
Oyuncaklar yıllardır ağlıyor
Temiz ellerime kızarak
Göz yaşlarımı emiyor külleri
Dakikaları yola vurdukça
Işığı azarlıyor şiirin
Hızla çıkarıp eşyaları
Kalbimi soyarak
Aynasında ayrılık acılarının
Çıplak yüzle daldım
Kanlı uykulara
Zalim seyircileri hayallerin
Mahut kalın kitaplar
Ürküyor kendi sesinden
Toprak susuyor ırmaklarca
Şehirlerce susuyor
Eyüpsultan, 2004
__________________________________________________________
Mustafa YÜREKLİ
(68 yılında Osmaniye’de doğdum…Yağmuru çok olurdu memleketimin..Çinko damdaki pıtırtıları dinleyerek uykuya dalardık çoğu kez..Sarı sıcak yazların uzunluğunda, kızartma kokularını, minarenin tepesinden düşen serçe yavrularına mezar yapmayı, portakal çiçeklerinden kolyeyi,elimizdeki incecik çubukla kumlardan örümcek çıkarıp, tesbih böceklerini yuvarlamayı öğrendik küçükken..Bir de portakal kabuğunu saçlarımıza sürersek saçlarımızın uzayacağını yağmurda..Sonra küçücük kardeşimin ölü bedenini, çırçıplak bir tahta teneşire yatırıldığını, havanın çok soğuk olduğunu, kardeşimin üşüdüğünü, onun yerine benim ölmem gerektiğini, ölünün nasıl bir şey olduğunu anlamak için nefesimi uzun uzun içime hapsedip tuttuğumu, kardeşimin acısından damlara çıkıp ağladığımı, öylece uykuya daldığımı biliyorum bir de…Sonra zaman geçti…Zaman bir kez, bir kez daha geçti..Hala bir yerlerde bebeler ölüyor, hala bir yerlerde bir annenin kalbi sızlıyor en ince yerinden ve hala hayat devam ediyor…)
Lacivert bir boğmacaya tutuldu yüreğim
Karanlık…Kara lacivert…
Ki zifir…ışık sızmaz bilirim…
Tek söz söylemeyeceğim,
Çığırsa da içim…
Haki baksa gözlerin, yeşilin karasıyla…
Saçların,
Diplerinde okyanusların… mercan toplasa,
Gün kısa olsa…hayatta…
Ölsem dizlerinde,
Yağmurlar altında kaldım, yağmur yağmazken
O vakit beden de
yürek de
sen de, ben de
gençken…
Velhasılı vakit erkenken…
Hüzüne sordum;
Güz ikindisini, fasl ı gazeli, geceleri…
Issız bir gelini anlattı…
Sürgün ve kavruk…
Bir masal söyledi saçların rüzgara,
Gidiyorum işte…tutmak için kurşunu,
Aşinasız… Aşikarsızım…
o ağaçta kupkuru…
Kırık bir testinin parçalarındayım…
suyu arayan ana feryadında…
O bebenin topukları altında…
Seninle değil ne derdim ne de gamım…
Kesik olmasaydı damarlarım,
…bilmem buralardamıydım…
Kızmışım bir kere…
…dünyalık işlere…
Alevler etrafında pervane…
Kimsesiz…
İstanbulsuz…
mektubum… pulsuz…
Nihavent gecelere yolcu,
Hoyratlarda kırık bir soluğum…
Aşkı o topraklarda arayan çocuğum…
Biliyorum;
Kârı ölümdür kaderin…
Bedeli de hasretimin…
___________________________________________________________________________________
İlker YILMAZ
biraz bahar gerekiyor allahım ben hiç iyi değilim
biraz çağla birkaç erguvan gerekiyor
ahmet hamdi tanpınar biraz da zarifoğlunun geç dönemleri
sağcılık gerekiyor biraz, biraz isyan, biraz unutuş
hem toz olurum istesem hem korkarım gitmekten
karakoncolos bahtım şikayetçidir benden
yordum seni ey yeşil gözlü şair ama gene de korudum
seni koruyunca ben baharı kaybettim
ben baharı kaybettim
benimle birlikte başladı gocuk giyme modası
anlamadım sere serpe anlamadım nasıl sevilir
anlamadım yaşamak nasıl böyle kuzguni
uzun etekler balıkçı yakalar elhasıl kış mevsimi
bu yüzden anlamadım bürümcük nedir
ama şimdi bahar gerekiyor allahım ben hiç iyi değilim
bahar gelince saatlerin ileri alınması gerekiyor
sahilde ellerinden tutulması gerekiyor çok uzun saçlı çok esmer kızların
şırfıntı, sırnaşık bir şeydir bahar belki bilmezsiniz
patronların ağzında bir şakaya dönüşür
bahar en çok içimizin devasa yoksulluğuna yaraşır
ütüsüz pantolonlarımıza, üstten açık iki düğmemize
biber kızartan annemize, iş işleyen kardeşimize
ben bu şiiri bu baharda bitirirsem bahse girerim
bir mavisine bir de gazozuna bahse girerim
sigarayı bırakırım sekiz saat uyumaya başlarım
ben bu şiiri bu baharda bitirirsem dilim çözülür zihnim açılır
hem bahar gelsin diye ihanet ettim musaya
bunun için atıldım senatodan, balıklı havuzlara altın saçtım
el hakü müttekasürü ezberledim hallaçla asılmadan hemen önce
biraz bahar gerekiyor diye başlayan bir şiir yazdım
galiba ben hiç iyi değilim
___________________________________________________________________________________________
İsmail KILIÇARSLAN
ev/iç-gün
kime tutunduysam bir yanlışlık var her seferinde
kime tutulduysam bir kelime oyunundan ibaret
asayı musa ve kirpiklerinin bir mucizeye dönüşmesi
bununla birlikte sokaklara düşmeyi ben seçmemiştim
sokak/dış-gün
daha çok dergileri hatırlıyorum, bir de ali cenklerini
hatırlamak böyle bir şey işte, böyle bir şey sokakta yaşamak
bir polonya filmi, bir renoir tablosu, bir hayal gibi
eski, nasıl bulmalı doğru kelimeyi, ama kurulabilen bir saat gibi
sokaktayım. tezgahtayım. bakışım dik. naylonum temiz.
kimsenin beni anlamadığına iman ettiğim günlerin birinde
kimsenin beni sevmediğini, kimsenin benimle
karakol/iç-gün
köşede bir ayna var, burnumda bir çeşit uyuşma
bundan on sene sonra bunları yazmayı düşündüm, yalan değil
böylece, şiirle böylece, intikam alabileceğimi
kurban seçmiştim kendimi, kimse beni sevmiyordu o dakikada
ben de madem babamın eline bir bıçak versem dedim
babamın eline bıçak yakışırdı velhasıl, esaslı bir final olurdu böylece
sokak/dış-gün
o finalden vazgeçtim, canım turşu çekince, havayı soluyunca yeniden
gittim kaset aldım bir çeşit eskiciden, kamera sola pan yaptı
ben sol yanımı yokladım, baktım yanlış anlaşılacak şimdi
karakol planını çıkarsam mı dedim sigaramı yakarken
kendime dedim, o cerbezeli dakikada, kendimle konuştum
bayrak yakmak istedim, heyecan artmalıydı, gerekli bir şeydi tempo
marmara et lokantası/iç-gün
patlıcan musakka, içli pilav ve beni kimse sevmeyecek endişesi
aynı masada, aynı masalda, aynı kelime oyunlarında
ekmek kopardım, kokladım yemeden önce, sıcak değildi
jenerik
seyirci bunu bilmiyordu ve ekmek kokusuyla çıktı sinemadan
eh bu da anlaşılır bir sondu, bütün sonlar gibi
___________________________________________________________________________________________
İsmail KILIÇARSLAN