Zekeriya Yıldız’ın Kaleminden: Sultan’ın Şehri!

Yazar Zekeriya Yıldız’ın kaleme aldığı, “Sultan’ın Şehri” kitabı Martı Yayınları’ndan çıktı. Kitapta, asırların hoyratlığına rağmen kimliğini ve kişiliğini koruyan Eyüp anlatılıyor.

Kitabın tanıtım bülteninden:

“Bir şehir düşünün…
Sultanları, kendine hizmetkâr eden bir Sultan’a ev sahipliği yapsın.
Kimliği, kişiliği, karakteriyle kendine hayran bıraksın.
Bir ideal uğruna çile çekmenin, ahde vefanın ve sabrın sembolü olsun.
Bitmeyen bir sevgi, dinmeyen bir hasretle insanları kendine çeksin…
Sultan’ın Şehri öyle bir yer…
Tanıdıkça sevecek, sevdikçe bağlanacaksınız…”

Yazar Yıldız, kitabın önsözünde Eyüp’ün tarihinden bahsediyor ve okuyucuya “Sultan’ın Şehri”ni daha çok sevdirecek kitabını takdim ediyor:

“Şehirler canlı bir organizma gibidir. Ruh taşır, can taşır, konuşur, nefes alır. Kimlik ve duruş sahibidir. Öyle ki bir şehirden bahsedildiğinde bir insan tanımlanır zannedersiniz. Kimine romantik denir, kimine hoyrat, kimine asil denir, kimine görgüsüz, kimine soğuk denir, kimine sıcak, kimine zengin  denir, kimine fakir. 

Şehirler, üzerinde yaşayanlara da kimlik ve kişilik verir. Belki bu yüzdendir ki her insanın kimyasına ve yapısına göre sevdiği şehirler vardır. Dünyanın her yanında ve tarihin her döneminde yaşadığı şehrin ruhuna ve kimyasına aykırı duranların o şehirde mutlu oldukları görülmemiştir.

Eyüp şehrinin çekirdeği Eyüpsultan Camii, isim babası Halid bin Zeyd Ebu Eyyub-el Ensari Hazretleridir. Aziz Sahabe, bu beldede medfundur ve bu beldeye Mekke’nin, Medine’nin kokusunu taşıyan kutlu bir emanettir. 

Peygamber Efendimizin ev sahibi, can yoldaşı, dava arkadaşı Ebu Eyyup el-Ensari, bu şehre hiç şüphesiz ki ismiyle beraber ruhunu da vermiştir. Bir ideal uğruna çile çekmenin, ahde vefanın, azmin ve sabrın sembolüdür. 

Onun içindir ki sıradan bir nefer olmasına rağmen herkes ona “Sultan” demiştir. O, gönüllerin sultanıdır. Bizans’ın zulüm ve entrika kokan sokaklarına aşkı, sevgiyi ve medeniyeti fısıldamaya gelen güzellikler sultanı… 

Bir şehri sevmek onu tanımakla başlar. Eyüp Sultan’ı bilmeden, mezarını bulmak için gösterilen çabayı anlamadan, sultanları ona hizmet için yarıştıran tılsımı çözmeden Eyüp’ü tanıyamazsınız. Niçin yüzlerce yıl yatak odası mahremiyeti ile üzerine titrendiğini, niçin özenle korunduğunu, niçin eline imkan geçen herkesin burada bir eser bırakmak için yarıştığını, niçin bu topraklara gömülmek için vasiyetler bıraktığını anlayamazsınız… 

Bu beldeye yolu düştüğünde onu dikkatle inceleyen, tanımaya çalışan, tanıdıkça hayranlığını dile getirmekten çekinmeyen yabancılardan sadece biridir Robert Mantran… “Ticaret, kazanç, kâr hırsı ve yönetim kavgalarının geride bırakıldığı bu kentte, insan kendini gerçekten evinde gibi hissediyor. Eyüp, büyük kentin sayısız ve yozlaşmış dünyasının yanında sığınılacak bir liman gibidir” derken onun kimliğini oluşturan kodları ne kadar da güzel çözer… 

Eyüp, asırların hoyratlığına rağmen kimliğini ve kişiliğini koruyan bir şehirdir. Kadim bir medeniyetin üzerinde yükseldiğini her köşesinde sindirdiği özellikleriyle hemen gösterir. 

Bu küçük çalışmayı okurken bunu daha iyi anlayacak, Sultan’ın şehrini daha çok seveceksiniz…”