Saldırı

ev/iç-gün

kime tutunduysam bir yanlışlık var her seferinde

kime tutulduysam bir kelime oyunundan ibaret

asayı musa ve kirpiklerinin bir mucizeye dönüşmesi

bununla birlikte sokaklara düşmeyi ben seçmemiştim

 

sokak/dış-gün

daha çok dergileri hatırlıyorum, bir de ali cenklerini

hatırlamak böyle bir şey işte, böyle bir şey sokakta yaşamak

bir polonya filmi, bir renoir tablosu, bir hayal gibi

eski, nasıl bulmalı doğru kelimeyi, ama kurulabilen bir saat gibi

sokaktayım. tezgahtayım. bakışım dik. naylonum temiz.

kimsenin beni anlamadığına iman ettiğim günlerin birinde

kimsenin beni sevmediğini, kimsenin benimle

 

karakol/iç-gün

köşede bir ayna var, burnumda bir çeşit uyuşma

bundan on sene sonra bunları yazmayı düşündüm, yalan değil

böylece, şiirle böylece, intikam alabileceğimi

kurban seçmiştim kendimi, kimse beni sevmiyordu o dakikada

ben de madem babamın eline bir bıçak versem dedim

babamın eline bıçak yakışırdı velhasıl, esaslı bir final olurdu böylece

 

sokak/dış-gün

o finalden vazgeçtim, canım turşu çekince, havayı soluyunca yeniden

gittim kaset aldım bir çeşit eskiciden, kamera sola pan yaptı

ben sol yanımı yokladım, baktım yanlış anlaşılacak şimdi

karakol planını çıkarsam mı dedim sigaramı yakarken

kendime dedim, o cerbezeli dakikada, kendimle konuştum

bayrak yakmak istedim, heyecan artmalıydı, gerekli bir şeydi tempo

 

marmara et lokantası/iç-gün

patlıcan musakka, içli pilav ve beni kimse sevmeyecek endişesi

aynı masada, aynı masalda, aynı kelime oyunlarında

ekmek kopardım, kokladım yemeden önce, sıcak değildi

 

jenerik

seyirci bunu bilmiyordu ve ekmek kokusuyla çıktı sinemadan

eh bu da anlaşılır bir sondu, bütün sonlar gibi

___________________________________________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

GAZEL-İ SULTAN SÜLEYMAN HAN

Nihalan-ı çemen güllerle ser-ta-pa donanmıştır

Edip terk hürd ü habı bülbülan habdan uyanmıştır.

O da bir bi-vefaya ben gibi zannım inanmıştır

“Derun-ı sinede bağrım sera ser yaralanmıştır

Onun içün gözüm yaşı kızıl kana boyanmıştır”

Bahçedeki fidanlar baştanbaşa güllerle donanmış, bülbülse yiyecek ve uykuyu terk edip uykudan uyanmıştır. Sanırım o da ben gibi bir vefasıza inanmış. “bu yüzden de bağrımın derinliklerindeki yüreğim bütünüyle yaralanmış, gözümün yaşı kızıl kana boyanmıştır”.
Hayali mihmandır daima bu çeşm-i pür-nemde

Onunçündür kesilmez eşk-i hasret hiç bir demde

Firakıyla nola hep böyle ebyat olsa hamemde

“Görenler seyl-i eşki diyeler sahra-yı sinemde

Bahar eyyamıdır güya ki ırmaklar bulanmıştır”

Bu sürekli ağlayan gözde sevgilinin hayali misafirdir. Bu yüzden de hiç bir zaman hasret gözyaşları durmaz. Onun ayrılığı yüzünden kalemim hep böyle beyitler yazsa buna şaşılmamalı. “Göğüs düzlüğünde gözyaşı selini görenler sanırlar ki güya bahar zamanıdır ve nehirler bol yağış yüzünden bulanmıştır.”
Şitada sebze vü ezhardan hali olur dağlar

Ne sünbül kaldı ne şebbü hazana vardı hep bağlar

Olan irfan alıp ibret bu hale daima ağlar

“Bu çarh-ı bi-vefa halin görüp kimdir dilin bağlar

Gelenler dar-ı dünyaya meğer gitmez mi sanmıştır”

Kışın dağlarda çiçek ve yeşillik olmaz, bahçelerde de sonbahar vakti geldiğinden ne sümbül kaldı ne şebboy. İrfanı olan bu görünüşten ibret alıp sürekli ağlamalı. “Bu vefasız dünyanın halini görüp ona gönül bağlayanlar kimlerdir? Acaba bu dünya evine gelenler kendilerini bir gün gitmeyecek mi sanmışlardır.
Edip hep arzu daim derunum kuh u sahrayı

Çıkarmak isterim ben de gönülden böyle sevdayı

Velakin harice güçtür çıkarmak işbu sevdayı

“Gerekmez seyr-i sahrayı yahud gülşen temaşayı”

Cihanın gülü zevkinden dil ü canım usanmıştır

Gönlüm hep dağı ovayı arzu etmiş, ben de gönülden bu sevdayı çıkarmak istemişimdir. Lakin bunu dışarı çıkarmak oldukça güçtür. “Bende ne bahçe ne de ova seyretme isteği var: dünyanın gülünün zevkinden can ve gönlüm usanmıştır.”
Nice dürlü letafet var bu ebyat içre kıl dikkat

Görüp meyl etti kalbi kalmadı hiç sabr ile takat

İşit İlhami, ceddin söylemiştir nazm-ı pür-hikmet

“İşiden şi’r-i pür-suzum okuyanlar diye elbet

Muhibbi derdmend içün tutuşup oda yanmıştır”

Dikkat et. Bu beyitlerin içinde pek çok çeşit güzellik var. Onu görünce kalbim ona meyletti ve hiç sabır ve takatim kalmadı. İlhami, dinle bak atan hikmet dolu beyitler söylemiştir: “Yakıcı şiirimi işiten ya da okuyanlar zavallı Muhibbi için tutuşup ateşlere yanmıştır, diyecekler.”

____________________________________________________

İlhami

SEVGİLİYE

Şimdi uzaklarda hüzün yağmurları düşüyor toprağa,

Ve toprağın kahreden çığlıkları kulaklarımda

Nereye baksam her yanımda sen varsın

Seni unutmak istesemde,bu çok zor biliyorum

Gittin gün sevinçlerimi de aldın yanına,

Yapayalnız bıraktın beni,

Şimdi senin her gülüşünde benim içim kan ağlıyor

Yıkılıyorum, bağırıyorum,ağlıyorum

Ama ne fayda sen şimdi uzaktasın

Benden çok uzakta.

___________________________________________________________________________________________

Hakan OTYAKMAZ

Yangın İlahisi

düşününce bulunan şeylerden uzak tut kendini

uçsuz bucaksız bir ne hayal et sen:

en iyisi gözleri yumuk bir oğlan hayır kız

çeyizini yüklenip uzunca bir yolculuğa çıkacak olan

kadirşinas bir yokluk gibi bir kahire gibi bir

anladınız işte uzun beyaz bir dantela

kızoğlankız. kenarları dame de sion

ve açıldıkça yanımda bir çam ormanı gibi duran

bilmeden kafiyeli bilerek kırık dökük

hem cerbezeli çokça hem azıcık şımarık

birazdan başlar yağmur ağlama istersen artık

sevgilim aşk değilse nedir bizi burada tutan

dilimde bir karanfil uyuşması ve bazen uykusuzluk

şu kadar şu kadarken dünya derin yaşlı kederim

bağırarak

öyle oluyor toprak olmak istiyor ademin oğulları

öyle oluyor ateşli hastalıklarda kötü rüya görüyor

aşk oluyor yanıltıyor bizi

aşk oluyor sular yükseliyor bekliyoruz

bağırarak

bekliyoruz

mehdi

_______________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

Hayır Anlatamadım

beni buradan alıp götürsene kim ne derse desin beni buradan

bu ruhsal hastaneden bu ayazdan bu kansızlıktan anlatsana

olur olmaz yenilmiş mesela bir adamdan bir kadından bir tabuttan

yine mi ben dön arkana bak yine mi ben eksilmiş eksilmişim

gök beni neresiyle çağıracak ben o ata ne zaman bineceğim

sarkmaya başladım aşık oldum geç kaldım tan ağardı

unuttum banyo yapmayı gene şehre dadandım

yazım okunaksız binip gidiyorum ilk gördüğüm duaya

birdenbire oluyor ellerimin titremesi sanıyorum kar yağıyor

ben usul usul azdıkça köpürüyor denizler. pas. necip fazıl

annesi ceza veriyor: o masmavi bilyeler düşünüyor

diyoruz bu susuzluk öyle değil başka türlü değilse ne

akşam iniyor kediler damlarda sonra kış da geçiyor

ne yazık ettik kendimize ne açık kapımız kimselere

bir vınlama, uğuldayan bir, şimdi ben öleceğim

ben şimdi öleceğim inanmazsınız ben şimdi demek ki

beni buradan götürsene demem boşuna değil

sizin sanmalarınız bende tekinsiz boşluk duygusu

kırık bir kalple ben geceden sabaha belki de

yaşamam ısrar etmeyin yaşayamam bu acıyla

haydi baştan alalım, bu öyküde siz ölün

siz ölün ben mezarlarınıza kavak falan alayım

kalanlar kendileriyle sevişsin mesela zangoç olsunlar

israfilin borusu satılsın ulan bitpazarında ben de artık kalkayım

daha fazla uzarsa bozacak akidenizi çünkü şiirim

______________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

Yalansız

yalansız kaldın işte, bahanesiz, insansız kaldın, yakub olmayı denedin, tuttun yahyayı bekledin
bense burada, geçkince bir delikanlı olarak mektuplar yazmayı denedim şehirden şehre
evvelden de öyle olurmuş, gece bulaşırmış kalbimize, biraz yosun kokarmış
biraz yosun kokarmış, biraz topal olurmuş vuruşarak çekilen çeteciler, biraz ölürlermiş

günü geliyor diyelim bir annenin bir bebeğe doğru büyüyor diyelim anne
üzgün anneler için sesleri yakıyoruz, yangınları yakıyoruz, ateşleri ve kıyametleri yakıyoruz
üzgün annelerin zalim babalarına bir kemik buluyoruz bıçakları dayamak için
geliyoruz uçurtmasız, savunmasız, telaşsız, genel müdür olmuş kravatlı hallerimizle

dünya bizi seviyor, biz onu sevmiyoruz
dünya bizi sevmiyor, biz onu seviyoruz

seni en kuytuluklarda buldum ben. hep ordasın zaten.

_____________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

Açık Tribün

santraya koşmak istiyorum o benzersiz golden sonra

meşin yuvarlığın ve formanın ve terin

ve çılgınca bağıran o kalabalığın arasına

kendimden kurtulmak için, astımdan, sızlayan bacaklarımdan

ne kadar borcum varsa ne kadar kitapsızlığım ahmaklığım

hakkını yediğim ne kadar kul varsa onlardan

hatta bu beklemiş çayın tadından kurtulmak için

santraya  koşmak istiyorum, sesimi duyurmak

            orada söylerim diye ezberlediğim şarkı:

 

            işte sana geldim yara bere içinde

geldim işte sana bere yara içimde

gül getirdim kırmızı kanı saklasın diye

kırmızı gül getirdim saklansın kanım diye

madem bu oyun sadece topu sürmek ve pas yapmakla ilgili

öyleyse neden hep şık çalımlar, afili delikanlılar kalıyor akılda

neden bir jeste denk düşüyor bu muazzam uğultu

peki diyelim başımızın zonklaması geçer

diyelim ramallahtan da geçer futbol tanrısı

peki neden geçmiyor söyle bana tarık tufan

neden bir türlü sol omzumuzdaki leke

neden unutamıyoruz o triko ve uzak yakaları

neden unutamıyoruz kuşadasını ve peçete aralarını

söyleme

cevap vermen için değil, şarkı söylemek içindi bu

            birlikte tuttururuz diye ezberlediğim şarkı:

ben anlamam aşk acısı nedir

anlamam ben nedir, nedir aşkın acısı

dilde küfür, dilde sihir, dilde aşk

aşk dilde, sihir dilde, küfür de

o derin pası alıp çizgiye iniyorum anladın ya

türklere mahsus bir gülüşle anladın ya

______________________________________

İsmail KILIÇARSLAN