MELEK DEMİR GENCO

(68 yılında Osmaniye’de doğdum…Yağmuru çok olurdu memleketimin..Çinko damdaki pıtırtıları dinleyerek uykuya dalardık çoğu kez..Sarı sıcak yazların uzunluğunda, kızartma kokularını, minarenin tepesinden düşen serçe yavrularına mezar yapmayı, portakal çiçeklerinden kolyeyi,elimizdeki incecik çubukla kumlardan örümcek çıkarıp, tesbih böceklerini yuvarlamayı öğrendik küçükken..Bir de portakal kabuğunu saçlarımıza sürersek saçlarımızın uzayacağını yağmurda..Sonra küçücük kardeşimin ölü bedenini, çırçıplak bir tahta teneşire yatırıldığını, havanın çok soğuk olduğunu, kardeşimin üşüdüğünü, onun yerine benim ölmem gerektiğini, ölünün nasıl bir şey olduğunu anlamak için nefesimi uzun uzun içime hapsedip tuttuğumu, kardeşimin acısından damlara çıkıp ağladığımı, öylece uykuya daldığımı biliyorum bir de…Sonra zaman geçti…Zaman bir kez, bir kez daha geçti..Hala bir yerlerde bebeler ölüyor, hala bir yerlerde bir annenin kalbi sızlıyor en ince yerinden ve hala hayat devam ediyor…)