ŞAVŞAT YÖRESİNDEN DERLENEN KELİMELER

Erdoğan Kara
Boğaziçi Üniversitesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü 1990

 

 

Burada özellikle Şavşat yöresinden derlediğim kelimeler yer almaktadır. Sizlerin de eğer derlediği kelimeler mevcutsa ya da çalışmalarınız varsa ve Türk Dil Kurumu ilgilenmiyorsa mail adresime gönderirseniz burada sizlerin adıyla yayınlayabilirim. Bu birikimlerin kaybolmasına izin vermeyelim.

 

Burada yer vermiş olduğum kelimeler Artvin İli Şavşat İlçesi’nde derlenen kelimeler olup hiç şüphesiz birçoğu İstanbul Türkçesine girmiş bulunmaktadır. Ancak birçoğu farklı anlamlara sahiptir. Bu kelimelerden birçoğu da diğer dillerden geçmiş olup bunlar üzerine henüz detaylı bir çalışma ne yazık ki yapılamamıştır.

Şavşat yöresi ağzı üzerine henüz dilbilim kurallarına uygun bir çalışma yapılamadığı için bu kelimelerin günümüz Türkçesine nasıl aktarılacağı da henüz belirlenmemiştir. Bundan dolayı ben burada kelimelerin yaklaşık uyarlamalarını esas alarak sıraladım ve Şavşat Yöresi’ndeki okunuş ve söyleniş biçimlerini / / arasında verdim. Hiç şüphesiz bu söyleyiş şekilleri Şavşat yöresi olarak adlandırılsa da Şavşat içerisinde de farklı söyleyiş biçimleri mevcuttur: Bunlardan birincisi, daha çok Ciritdüzü, Veliköy, Düzenli, Kireçli, Yavuzköy gibi Şavşat ilçe merkezine daha yakın köylerdeki söyleyiş biçimidir. İkincisi Pınarlı ve çevresinde konuşulan ve özellikle sesli harflerde daha çok ince ünlüler yerine kalın ünlülerin kullanıldığı bir ağızdır. Örneğin: “gel” kelimesi birinci bölgede /gäl/, ikinci bölgede ise /gal/ olarak söylenir. Bu söyleniş faklılığı bazı seslerde özellikle e,a oldukça belirgindir. Ben burada genellikle birinci bölgeyi esas aldım, eğer kelime ikinci bölgeden derlenmişse olduğu gibi aktardım.

 

Kelimelerin anlamlarını verirken bu konuda yapılmış ciddi bir çalışma olan Yeni Tarama Sözlüğü* (YTS)’nde yer alan kelimeleri ve anlamlarını ayrıca dipnotlarla verdim. Aynı kelime farklı anlamlarda kullanıldığı için buraya tekrar alma ihtiyacı hissettim. Öte yandan Journal of Turkish Studies (JTS)’te yayımlanan makalede bazı kelimelerle ilgili bir çalışma yer aldığı için bunu da burada belirttim.

Kelimeleri aktarırken yöre ağzındaki sesleri kaybetmemek için diğer yöre ağzı çalışmalarında olduğu gibi ek sesler kullanıldı. Bu sesler:

 

ä      bu ses “e” ile “a” sesi arasında bir ses olup özellikle “l” harfinden önce kullanılmaktadır. Bu ses Türkçenin en eski dönemlerinden beri kullanılmakta olup Azeri Türkçesindeki ä ile aynıdır.

í       bu ses “ı” ile “i” arası sestir.

ó      bu ses “o” ile “ö” arası sestir.

ú      bu ses “u” ile “ü” arası sestir.

çc bu ses “ç” sesinden daha sert bir sestir. “ç” ye göre daha geriden çıkartılır.

ts bu ses “t” ile “s” sesinin birleşmesinden oluşmuş gibi çıkan Rusça’da bulunan sestir.

t       Osmanlı Türkçesinde kullanılan ve çeviriyazıda “t” altında nokta simgesiyle gösterilen ve Arapça “tı” harfiyle simgelelen sestir.

x      Osmanlı Türkçesinde kullanılan ve çeviriyazıda “h” altında çengel simgesiyle gösterilen ve Arapça “hı” harfiyle simgelelen sestir.

q      Osmanlı Türkçesinde kullanılan ve çeviriyazıda “k” altında nokta simgesiyle gösterilen ve Arapça “kaf” harfiyle simgelelen kalın k sesidir.

µ      “p” sesinden daha sert bir “p” dir.

kg “k” ile “g arasından çıkartılan sert sestir.

SÖZLÜK

 

aban- /aban-/: hızlıca vurmak “topa bir aban hala!”

abaza /abaza/: 1.örgünün lastik kısmı “çorabın abazasıni biturdum”. 2. yünü kısa hayvan.

abeşik /abeşik/: orman muhafaza memuru.

ablı /abli/: külün üzerinde uçuşan beyaz tanecikler.

abo /abo/: süt anne

abrıl /abril/: Nisan ayı.

abril /abril/: halk takviminde Nisan ayı.[1]

abu /abu/: 1.”bu” işaret sıfatı ve zamiri. 2. şaşma ve korku ünlemi  “abuuna qadar böyük  ağaç!” , “beni  abu (adam) dögdi”.[2]

abur /abur/: yüz, yanak “bögün genä  aburlarıni tökmiş”.

abura(y)/abura(y)/: bura, burası “aburaya gäl”.

abursuz/abursuz/: suratsız.

abutarat, abutarak /abuşarat/ /abu-şaraq/: geniş yaprakları olan bodur bir yayla bitkisi.

aca /aca/: acabaş

acanta /acanta/: yeni, orijinal “acanta araba”.

acıklan-/acıxlan-/: ohlan-mak “niya acıxlaniyersınş”

acış- /acış-/: bir yeri acımak,ağrımak. [3]

acıştır- /acişşur-/: acıtmak, canını yakmak, incitmek.

açacak /açacax/: bilmece. “sana bir açacax sorem”.

adamlık/adamlux/ : yetişkinlik.[4]

adla- /adla-/:1. ilerlemek “adla biraz!” 2. ilerleyerek geçmek “beni çox adladi”.

afallan-/afalla-/: çok kızmak “babay fena afallandi”.

afatlan-/afatlan-/: yemek, afet yemiş olmak “afatlandi getdi”

/ağ/: elbisede iki bacak arası kısmı.[5]

ağa /ağa/: (argo) ayı “ağa bizim almalari yoxlamiş”.

ağa /ağa/: bey, kadının eşi, koca.

ağar- /ağar-/: beyazlamak, aklanmak “bu çamaşur heç ağarmadi”.

ağartı /ağarti/: süt ürünleri.

ağcıl /ağcil/: beyazımsı.

ağırbar/ağırbar/: bir halk oyunu türü.

ağırla-/ağırla-/: hürmet etmek,saygı göstermek, ikramda bulu bulu bulunmak. “orda beni çox  eyi ağırladilar”. [6]

ağırlık/ağırlux/: yük, eşya. “yayla ağırluği tamam”[7]

ağırşak/ağırşax/: yün iğinin başına takılan topaç.  [8]

ağlağan/ağlağan/: çok ağlayan “bu na ağlağan çocux beylä”.

ağu /ağu/: zehir.

ağula- /ağula-/: (böcek) ısırarak zehirini akıtmak. “çocuği yilän ağulamiş”.

ağuz /ağuz/: doğurmuş ineğin ilk sütü. [9]

âh /äh/: hayır!, yok, değil!.

ahan /ahan/: ahha, işte.

ahan /ahan/: işte!

ahırlama/axırlama/: üstelik, bir de… “axırlama bizeä küfretti”

ahpun/ahbun/axµun/: biriktirilmiş hayvan gübresi.

ahu /axo/: ormandan açılmış arazi.

akak /axax/: suyun akıntılı yeri.

akçıl /ağcıl/: beyazımsı. [10]

akri /aqri/: dayanıklı bir tür ağaç.[11]

akşamla- /axşamla-/: geceyi herhangi bir yerde geçirmek.  [12]

akşamlık/axşamlux/: akşam ye-meği “axşamluği yedux”.

akuşka /aquşqa/: pencere çerçe-vesi.

alaca /alaca/: karışık renkli “alaca şana”. [13]

alış- /aliş-/: ateşle tutuşmak, yanmaya başlamak.

alıştur-/alışşur-/: ateşlemek, tutuşturmak “çox çabaladım ama sobayi alışşuramadım”.

Allahınse /Allahınse/: “Allahını seversen” in kısaltılmış şekli olarak, bir seslenme ünlemi biçimindi kullanılır, “acaba” anlamını taşır. “Allahınse bögún sizä kim gäldi”.

alot /alot/: eskiden çamaşır yıkamada kullanılan beyaz kil.

amuca, emicä /amuca//emicä/: amca, emi.

anaç /anaç/: olgun (dişi).

anafor /anafor/: iki yüzlü “na qadar anafor biri”.

analık /analux/: üvey anne. “ana analux olursa baba da tanış Ermäni olur” . [14]

anğıl- /anğıl-/: anılıyor ol-mak. [15]

anğut /anğut/: renkli meyvası olan bir dut türü.

anslı /antsli/: siyah tanecikli meyvası olan yabani bir bitki türü.  [16]

apalak /aµalax/: yavru “aµalağa şaµalax, kel başa şimşir şarax” [17]

apar- /apar-/: hırsızlık yaparak çalmak, kaçırmak. [18]

aprak /apraq/: gözü şaşı.

aralık /aralux/: geçit yeri.

arkalan- /arxalan-/: arkasına alıp götürmek, yüklenerek götürmek.

arkı /arki/: su değirmeninde dingilin başına takılan ve taşı çevirmeye yarayan demir.

artak /arşax/: beşikte çocuğu tutan kumaş kemer çifti.

artaşan/arşaşan/: üzerinde odun kırılan kütük.

artık /artux/: (zarf) daha sonra, bundan sonra “artux ordan qaxıp evına gediyer” “daha sonra kalkıp evine gidiyor”.

artık /artux/: 1.artık, artmış olan. 2. yedikten ya da içtikten sonra arta kalan kısım.

aruna /aruna/: kara saban.

asılsız /asılsız/: asaletsiz, soysuy.[19]

asma /asma/: iki ya da daha çok mısır meyvesinin kuçanlarıyla birbirine  bağlanmış hali.

astam /asşam/: ev içinde kullanılan küçük kürek.

aş- /aş-/: erkek hayvan çiftleşmek için dişi hayvana binmek. [20]

/aş/: yemek, yiyecek. [21]

aşırtma/aşurtma/: elbise kolanı. [22]

atazla-/aşazla-/: birisinin fena halde canını yakmak.

atul /atol/: kımı bitkisinin kökü.

avun- /avun-/: dişi hayvan erkek istemek.

ayakla-/ayaxla-/: yeni yılda bir evi ilk ziyaret eden olmak. “bizi bu sene sän ayaxladın”.

ayar /ayar/: eşit, yaşıt, aynı. “sanınan ben bir ayarux”.

ayaz /ayaz/: bulutsuz açık hava, soğuk hava. [23]

aygırlan- /ayğırlan-/: aygır gibi kaba davranmak. [24]

ayık /ayux/: uyanık, uyumamış.

ayırtla-/ayırtla-/: ayıkla-mak.[25]

az- /az-/: yaramazlık yap-mak.

azırga- /azırğa-/: gözüne az görünmek, az görmek, yeterli bulmamak. [26]

azman /azman/: iğdiş hayvan.

azraz/ezrez/azraz//ezrez/: kü-çük ve kahverengi meyvesi olan bir ağaç türü ve bu ağacın  meyvesi.

babalık/babalux/: üvey baba.

badıya /badiya/: ayaklı büyük bakır tas. [27]

badla- /badla-/: bendetmek, bağlamak.

bâgâ /bägä/: ahırda ağaçtan yapılmış hayvan yemliği.

bagen /bägen/: içinde mısır dövülen ayaklı sandık.

bağ /bağ/: bir tutam. [28]

bağaç /bağaç/: içini çekmemiş (ekmek).

bakacak/baxacax/: üstüne çıkılarak etraf seyredilecek yüksek yer. [29]

bakıcı /baxıci/: falcı. [30]

bala /bala/: yavru. [31]

bangılda-/bangılda-/: “bang” diye yere yıkılmak.

barem /barem/: anlamında edat.

başşağı/başşaği/: baş aşağı.

bayak /bayax/: demin, az önce. [32]

bazlama/bazlama/: 1.bir ekmek türü.    2.şişman. [33]

beç /beç/: bedevre açma aleti. 2.kalın kafalı, ahmak.

bed /bed/: çirkin.

bedevre/bedevrä/: eskiden çatı örtmede kullanılan ve özel tomruğundan yarılarak elde  edilen tahta.

bellile-/bellila-/: belirlemek.

ber(e) /berä/: açık koyun ağılı.

beres /beres/: aksi, ters (insan).

berf /berf/: yere inmiş kar.

berrevlen-/berrävlan-/: birden kızıp köpürmek.

bez- /bez-/: bıkıp usanmak “bezdim sänın abu xuyundan”

bıçaklık/biçaxlux/: hayvanlarda boyun altından sarkan deri.

bıldır /bıldır/: geçen yıl.[34]

bızıkı /bızıqi/: eşek arısı.

bibi /bibi/: hala, babanın kız kardeşi.

biçenek /biçenek/: dağda ya da yaylada otu biçilen çayır.

biçirgen/biçırğan/: parmaklar arasında oluşan bir yara türü. [35]

bijijo / bicice /bicico/ /bijijo/: kozalak.

bikri /bikri/: hozan dikeni.

bilevle-/bilävla-/: bilemek.

birden /birdän/: aniden, ansızın. “birdän oni qarşımda gördúm”.

birik- /birik-/: birleşmek, yapışmak. “qırıx etmek birikmaz”.

bişi /bişi/: yağda kızartılarak yapılan         ekmek.[36]

bitevi /bitävi/: bütünüyle, tama-mıyla.

bitrüm /bitrüm/: her şeyi kolayca başaran, kafası iyi çalışan, zeki. [37]

boçu /boo/: örümcek.

boçuç yuva /boouva/: örümcek ağı.

bogrum /boğrum/: b.-ay: eskiden eylül ayı.

boğanak/boğanax/: kapalı, havasız yer.

boğaza /boğoza/: boğazına düşkün, obur.

borı /bori/: iri kara sinek.

borıyola/borıyola/: iri eşek arısı.

boyak /boyax/: boya.[38]

boylama/boylama/: kadın entarisi.

boynuzla-/buynuzla-/: boynuz ile tos vurmak.

boz- /boz-/: birisini rencide etmek, gülünç duruma düşürmek, alay etmek.

bögrüş-/bögrüş-/: hayvanlar birlikte böğürmek. [39]

buculan-/buculan-/: el ya da ayakları uyuşmak.

buçula /buula/: küçük su değirmeni.

buda- /buda-/: (birisini)paylamak, lafla azarlamak.

buğ /buğ/: buğu, buhar. [40]

buhari /buxarı/: baca.

bujlan-/bujlan-/ /buclan–/: buculanmak, uyuşmak.

bukağı /buxax/: boğazdan sarkan et.

bukağı /buxaxı/: boğazın alt kısmından sarkan deri.

bulama /bulama/ doğuran ineğin ilk sütü ve bu sütten yapılan tatlı.

bumbuz /bumbuz/: buz gibi.

burç /burç/: kukul, tomurcuk.

burğullan- /burğullan-/: bulgur gibi kaynamak. 2.bolca fışkırmak (pınar).

burut /burut/: sersem koyun.

büğrü /bügri/: eğri “-egri bügri nera gediyersinş -tepesi delük sana naş 41

caba /caba/: çaba, zor iş.

cac /cac/: tarlada tapanın arkasına bağlanan dallı ağaç.

cadak /cadax/: cadde.

cakva /caqva/: ağzı biraz yuvar-latılmış bıçak.

calğazan /calğazan/: kurnaz, hilekar.

camuş /camuş/: manda.

canc /canç/: bol meyve yüklü ağaç.

canlı /canni/: ayı.

cazı /cazi/: cadı.

cazılan- /cazilan-/: cadı gibi davranmak,  kendine göre bazı kehanetlerde bulunmak. [41]

cendek /cendek/: hayvan cesedi, murdar ceset.

cendek /cendek/: leş, ceset.

cepken /cepken/: yelek.

cığız /cığız/: iyilik sevmeyen.

cılğa /cılğa/: küçük kara saban.

cımaq /cımaq/: ekşimiş. [42]

cıncık /cıncıx/: nakış, süs.

cıncıkla- /cıncıxla-/: nakış dizmek, süslemek.

cıngılda- /csıngılda-/: (kulak) ses çıkarmak.

cırcır /cırcır/: fermuar.

cıyakala /ciyaqelä/: solucan. [43]

ciğer /ciger/: 1.organ ciğer 2.dost, akran, akraba. “Gözún kim oydiş -Ciger. -Oniçún derín oymiş.”

ciğer /ciğer/: 1.organ2.dost, akraba, yakın.

cil /cil/: buğday çimeni.

cillen- /cillän-/: (ekilmiş buğday) çimlenip filizlenmek.

cimcime /cimcimä/: yumuşamış sulak arazi.

cincavat /cincavat/: kötü huylu (kadın).

civankaşı /civanqaşi/: bir tür nakış.

co(n)ç /conç/: çok, bol. “bu almanın ustı conç”.

cok /coq/: uzun sopa.

coka /coqa/: şal ceket.

col(a)/jöle /cola//jola/: bir diken türü ve onun siyah meyvesi.

colput /colpot/ hantal (kişi).

cuma /cuma/: c. akşamı /c. axşami/: perşembe günü.

cura /cura/: çeşit, tür “bu kalemlar hep bir cura”.

curcuna /curcuna/: gürültü, patırtı, gürültülü patırtılı eğlence. [44]

cücük /cücük/: civciv. [45]

cüne /cüne/: suç “bu gena bir cüna işladi”.

çaça /çcaçca/: dut meyvesinin ezilmiş hali.

çaçan /çaçan/: kıldan örülerek yapılan ve eskiden süt süzmek için kullanılan örgü.

çaçıyan /çaçiyan/: kılığı bozuk kimse.

çaçuna /çaçuna/: çaçıyan.

çadı /çcadi/: mısır ekmeği.

çağ /çcağ/: çorap şişi.

çakçak /çaxçax/: su değirmeninde taşın üzerinde bulunan ve taş döndükçe “çak  çak” diye ses çıkaran ağaca çakılı nallar. [46]

çakır /çaxır/: rakı.

çal- /çal-/: yüzeyine sürmek. [47]

çal /çcal/: ince uzun sırık.

çala /çala/: mısır bitkisinin sapı.

çalaçuna /çalaçuna/: darmadağınık.

çalağan /çalağan/: atmaca kuşu.

çalahaş /çalaxaş/: beşiğe konan çaput ya da poçuçtan yapılmış döşek.

çaldak /çaldax/: keçeleşmiş koyun yünü.

çalım /çalım/: çelme.

çalın- /çalın-/: felce uğramak.

çamla- /çamla-/: engellemek.

çan /çcan/: burulmuş tosun.

çançur /çcançcur/: siyah tamaz eriği.

çank /çcank/: kedi ya da köpek pençesi.

çap çap /çcçcaµ/: şapır şapır diye.[48]

çapa /çapa/: bahçe işlerinde kullanılan kazma.

çapala- /çapala-/: çapa ile toprağı havalandırmak.

çaplat- /çcaµlat-/: “çap” diye vurmak, vurmak.

çar /çar/: baş örtüsü. [49]

çarbadan /çarbadan/: para alarak atıyla yük taşıyan kişi.

çarhala /çcarxala/: şeker pancarı.

çatan /çatan/: gübre sepeti.

çayır /çayir/: ç.-ay: çayır ayı, eski temmuz ayı.

çeçel(a) /çceçcel/: mavi gözlü.

çegil /çegil/: çakıl taşı yığıntısı.

çekede /çekedä/: eskiden bir tür kadın ceketi.

çember /çember/: başa giyilen kadın fesinin iki tarafını tutan ve siyah toz boncuktan yapılmış bağ.

çemle- /çemlä-/: kolları veya bacakların paçasını sıvamak. “qolların çemlä da çamaşura başla”

çemsit- /çemsit-/: kaçınmak. “san bu iştan çemsitiyersin”.

çenç /çenç/: 1. fasülye tanelerini saran kabuğun kurumuş hali.  2. meyvelerin çekirdekli  iç kısmı.

çençle- /çençla-/: dişleriyle öğütüp bırakmak.

çent- /çent-/: çendelemek, yontmak, oğramak. [50]

çeper /çeper/: ağaç çit ya da engel.

çepiç /çepiç/: keçi yavrusu. [51]

çerkes /çerkes/: göğsü ilikli, beli ince palto, Çerkesler ve İran Azerbaycanı halkı arasında çok giyilir.

çerme /çermä/: ılık kaynak suyu.

çerpeş /çerpeş/: sulu kar.

çetinlen- /çetinnan-/: bir işi yapmaya üşenmek, erinmek.

çeynem /çeynäm/: bir defada ağızda çiğnenecek kadar. [52]

çıbıl /çcıbıl/: çok fakir, herhangi birşeyi bulunmayan.

çığa /çcığa/: çağa, küçük çocuk.

çığır- /çığır-/: seslenmek, bağırmak, çağırmak.[53]

çığna- /çığna-/: ayaklarıyla üzerinde gezmek. “yatahlari çığnama!”.

çınçar /çcinçcar/: ısırgan otu. [54]

çınçuk /çcınçcux/: tavuğun taşlık organı.

çınşla- /çınşla-/: kağıt karalamak.

çıpık /çcıµıx/: çapak.

çıpırt /çcıµırt/: çıpık.

çırbağa /çcırbağa/: yaramaz ya da cılız         çocuk. [55]

çırçıbıl/çcıçcıbıl/: iyice fakir, herşeyden yoksun.

çırmala- /çcırmala-/:  tır-malamak.

çırnak /çcırnax/: sarı, koyun zili.

çırtım /çcırşım/: zerre miktarı, damla. “bir çsırtım su bilä vermädi”.

çırtlat- /çcırtlat-/: sıkarak suyunu fışkırtmak.

çısha /çcisxa/: tohumluk soğan kellesi.

çıta- /çcışa-/: son haddine kadar doldurmak.

çıtına /çcişinä/: küçük delik.

çıyan /çciyan/: meyve kurdu. [56]

çız /çcız/: çizgi.

çiç /çiç/: aşırı inatçı.

çiçur /çciçcur/: iri dudak.

çiğin /çiğin/: omuz

çiğir- /çigir-/: birisine karşı soğukluk hissetmek,  birisini önceden severken daha sonra  sevmemek. ” çocuh   anasından  çigirmiş”.

çiğit /çigit/: çekirdek.

çiğnen- /çeynän-/: geviş getirmek.

çil /çcil/: hasır örme otu.

çile- /çilä-/: hafiften su serpiştirmek. [57]

çillik /çillik/: güveçten daha küçük toprak kap.

çim- /çim-/: su ile yıkan-mak, banyo yapmak. [58]

çimon /çimon/: tulum çalgı aletinin bir parçası.

çişger /çcişgär/: çit kapası.

çit /çit/: kadınların başına sardıkları beyaz şerit.

çit /çit/: kadınların leçeğin üstüne sıktıkları ve onu başta tutmaya yarayan tülbent.

çivle- /çsivlä-/: tiz bir sesle bağırmak.

çivlek /çcivlek/: ağaçtan yapılmış kadı mandalı.

çizme /çızma/: çizme

çoçla- /çoçla-/: emeklemek.

çoka /çoqa/: eskiden yünden erkek ceketi.

çokçana /çoxçana/: çokça, bol olarak.

çokuş- /çoquş-/: kalabalık meydana getirmek.

çolak /çolax/: sol elini daha çok kullanan.

çomuş- /çomuş-/: meyve suyunu kaybedip buruşmak.

çopur /çopur/: taranmış yünden arta kalan   kısım. [59]

çor /çor/: bir çeşit öldürücü hayvan hastalığı.

çorlu /çorlı/: hastalıklı (hayvan).

çökek /çökek/: çöküntü, kuytu yer.

çönkür- /çönkür-/: (köpek) havlamak.

çuçul /çcuçcul/: civciv.

çuk /çcuq/: çuma.

çuma /çuma/: kaymağı alınmış süt.

çürük /çürük/: ç.-ay: eskiden ağustos ayı

dagana /dägänä/: tahtadan yapılmış büyük süzgeçli sandık.

dağ /dağ/: 1. kızgın demirin vücuttaki izi. 2. mecazi. dert, yara, gönül yarası.

dağla- /dağla-/: kızgın demirle vücudu yakmak. 2. mecazi. gönül yarası almak.

dal /şal/: 1. ağaç dalı. 2. omuz (organ). 3.bir dizi boncuk.

dal /şal/: omuz kısmı.

damça /şamça/: damlacık. “Bir şamça su bilä gälmiyer”.

danalık/şanalux/: ahırda danaların kapatıldığı bölge.

dandal /dandal/: ağaç gölgelik.

dandu /dando/: hantal kadın.

daraba /daraba/: tahta duvar.

dargala /darğala/: geniş delik ya da geniş yer.

darıl- /şarıl-/:1.birisine küsmek 2.(hayvanı) kovmak, savmak “inegi abelä şarıl!”

darlan- /şarlan-/: 1. bunalmak, sıkılmak, çaresiz kalmak. 2. kızmak “ben sana şarlanmiyerím.”

darlan- /şarlan-/: canı sıkılmak. [60]

dayama /şayama/: dik olarak dayatılmış ve çeşitli işlerde kullanmak için ayrılmış odun kütüğü.

debe /debe/: fıtık.

deber- /debär-/: depreşmek.

dedlen- /dedlän-/: lekelenmek.

degenek /degenek/: değnek.[61]

degme /degmä/: olur olmaz, sıradan, herbir. [62]

değ- /değmek/:1.değmek, dokunmak 2. birisine ilişmek, şaka yollu takılmak. 3. (köpek) ısırmak için havlamak yada saldırıya geçmek. “qurda degmiyän it”.

dehre /dehre/: ucu kıvrıtılmış nacak. [63]

delice /delicä/: buğday tarlalarında biten ve çok acı olan bir bitki. [64]

demin /demin/: az önce, bayak.

demiravi /demuravi/: elde çıkan çıban, temru.

den /den/: tane” buğday deni”.[65]

depren- /deprän-/: faydasız yere telaşlanmak.

dergüle /dergülä/: küçük kil küp.

dergüle /dergülä/: küçük küp

desdeğirmi/desdegirmi/: yusyuvarlak. [66]

deş- /deş-/: delmek. [67]

deşil- /deşıl-/: delinmek. [68]

did- /didmäx/: yolmak, kökünden yolup çıkarmak.

didikle- /didiklä-/: didik didik etmek.

dil /dil/: kağnıda dingili tutan takoslardan her biri.

dil-i huna /dilixuna/: özeği yenilen bir tür bitki.

dincel- /dincäl-/: dinlenmek.

dincelmek /dincäl-/: dinlenmek.

diplenti /diblänti/: yere dökülmüş (meyve).

dirgen /dirgän/: diren. [69]

disgin- /disgin-/: irkmek, sakınmak.

dişe- /dişa-/: (değirmen taşına) diş vermek.[70]

dişle- /dişlä-/: ısırmak.

diz /diz/: namazda rek’at. “dört diz namaz qıldım”.

dizkırma /dizqırma/: bir halk oyunu türü.

doğar /toğar/: hayvanlarda yaş.

dolap /dolap/: büyük su değirmeni.

doluk- /şolux-/: ağlayacak hale gelmek, gözleri dolmak.[71]

domuzluk/donğuzlux/: su değirmenin altı.

doyumluk /şoyumlux/: doymaya yetecek kadar.

döldöküm /döltökúm/: d.-ay: eskiden mart ayı.

döney /döney/: bir halk oyunu türü.

döş /döş/: bağır, sine. [72]

döşeklen- /döşeklan-/: kadın doğum yapmak.

döşen- /döşän-/: yola koyulmak.

durul- /dürül-/: durulmak (su). [73]

dutluk /tütlux/: dut ağacının bol olduğu bahçe.

dügdi /dügdi/: balta, çekiç gibi aygıtların sırt tarafı. [74]

düge /dügä/: iki yaşındaki dişi dana. [75]

dügle- /düglä-/: düğümlemek.

düglen- /düglän-/: düğümlenmek. [76]

düğme /dügmä/: zırzayı tutan yuvarlak demir.

dürtle- /dürtlä-/: itmek, ileri itmek, sokmak.

düşelek /düşelek/: mirasta kız kardeşin          payı.[77]

düşkünlen-/düşgünnan-/: düşkün olmak, başkalarına muhtaç hale gelmek.

egdi /egdi/: ağaç işlemeciliğinde kullanılan oyma aygıtı. [78]

egiş /egişi/: hamur teknesini kazımada kullanılan kaşık. [79]

eglen- /eylän-/: vakit öldürmek. [80]

eğrice /egricä/: yarım daire şeklinde kıvrılmış ağaç.

ekim /ekim/: e.-ay: ekim ayı.

eksük /eksük//esgük/: eksik. [81]

elcek /elcek/: kulp.

elçi /elçi/: kız istemeye erkek tarafından gönderilen kişi, aracı.

elçim /elçim/: taranmış yün topağı.

elişi /elişi/: elle yapılan her türlü örgü, dokuma.

elmalık /almalux/: elma ağaçlarının çok bol olduğu bahçe.

emedeni /emedeni/: aniden.

emedeni /emedeni/: ansızın, aniden.

emice /emicä/: amca.

enük /enük/: köpek yavrusu. [82]

erin- /erın-/: üşenmek.

eringen /eringän/: üşenen, tenbel.

eş- /eş-/: kazmak, eşelemek.

eşin- /eşın-/: hayvan ayaklarıyla kendi kendine toprağı eşelemek. [83]

eşki /eşgi/: ekşi, ekşimiş olan. kızılcık, elma, sarul gibi meyvelerin ezilip kurutulmasıyla yapılan pestil.

eşki hamur /eşgi xamur/: sıvı hamur mayası.

et- /etmek/: ekmek (ad).

ev- /ev-/: acele etmek. “san heç evmä , ben bu işi bitürurum”.

evelsi /evelsi/: evvelki, bir önceki.

ever- /evär-/: evlendirmek.

evle- /evlä-/: kağnıda dingil yuvasından çıkmak.

evlelük /evlälük/: öğlen yemeği.

evseni /evseni/: deli kimse.

eyilet-/eyilat-/: iyileştirmek.

eylet- /eglat-/: durdurmak.

eylük /eylük/: iyilik. [84]

fel /fel/: iki yüzlülük.

felli /felli/: iki yüzlü kişi.

fennik /fennik/: toplantı, kalabalık.

ferik /ferik/: tavuk olmamış civciv. [85]

fetir /fetir/: küçük somun.

fırfır /fırfır/: ortasından iki delik açılarak iplik geçirilmiş ve  ipliğin  bükülmesi esasına dayanarak iplerden çekildikçe dönen, tahta parçasından yapılmış oyuncak. [86]

fırlan- /fırlan-/: dolanmak, etrafını dolaşmak, dönmek, çevirmek.

fırsant /fırsant/: fırsat. [87]

fıs /fıs/: çürük ya da içi boş meyve.

fışı /fışi/: eskiden kadınların başa giydiği püsküllü vala. (puşi)

fışkı /fışxi//fıxşi/: koyun gübresi.[88]

fışkılık /fışxilux/: koyun gübresinin saklandığı yer.

fıştıra /fıştra/: büyük düdük.

finik- /finik-/: etrafa koşuşturmak.

fitos /fitoz/: küçük sevimli kız.

fizzahlan- /fizzahlan-/: feryat etmek.

furgunla- /furğunna-/: bolca fışkırmak.

furunç /furunç/: kurutulmuş ya da fırınlanmış armut meyvesi.

gamçura /qamçura/: üç telli küçük saz.

gânakop /gänaqop/: aynı sülaleden olanlar.

geçe /geçä/: yan, taraf, bölge. [89]

gedek /gedek/: manda yavrusu.

gedel /qedel/: tahta duvar.

gelberi /gälberi/: yüksek ağaçlarda meyve toplamaya yarayan ve ucuna küçük sepet takılı uzunca sapı olan alet.

gemi /gemi/: düven. [90]

gendime /gendirmä/: pişmiş bulgur.

germaşa/germaşa/: söğüde benzer bir bitki türü.

germicek /germicek/: su değir-meninde dingilin başında taşın dönmesini sağlayan küçük ağaç ya da demir.

gerneş-/gernäş-/: gerinmek. [91]

geven /geven/: kökleri hayvanlara da yedirilen bir kır bitkisi. [92]

gezergi/gezärgi/: bulaşıcı hastalık.

gıcır /gıcır/: taze, yeni alınmış, kullanılmamış.

gıpgıcır/gıpgıcır/: yepyeni.

gidele /gidelä/: arka sepeti.

gilek /gilek/: kelep, bukle.

gilik /gilik/: has peynirin yuvarlak hale gelmiş şekli.

girinti /girinti/: gözü açık (kişi).

gizlet-/gizlat-/: gizlemek.

goba /goba/: büyük tahta süzgeç.

goda /goda/: tulum çalgı aletinin bir parçası

gomaçsuna /gomaçsuna/: kaymağı alınmış süt.

gonkla- /gonkla-/: kabaca üst üste eklemek.

gor /gor/: mezar.

gorbagor /gorbagor/: mezarlık.

gorcula /gorcola/: peynir topağı.

goruk /goruk/: sert toprak topağı.

göger- /gögär-/: gök rengine girmek, morarmak.[93]

göğüslük /göslük/: kadın önlüğü, eskiden.

gömlek /kömlek/: bir tür iç elbisesi.

gönüllen- /gövullan-/: birisinden incinmek, kırılmak.

görük- /görük-/: görünmek.

göz /göz/: 1. organ 2. oda, evin bir kısmı. “Onun evi tek göz”

göze /gözä/: 1.delik “gözädan içäri baxşım” 2.oda “evímiz iki gözä”.

göze /gözä/: delik, oda.

gözet- /gözät-/: yolunu beklemek. [94]

gurguma /ğurğuma/: akarsuyun akarken döndüğü yer.

gücük /gücük/: şubat ayı.[95]

güğüm /gügüm/: bakır su testisi.

güleç /güleç/: güler yüzlü.[96]

güman /gümän/: 1.şüphe, kuşku. 2.umut, beklenti.

güman- /gümän-/: ummak, beklemek.

güveç /güveç/: kilden yapılmış beyaz küp.

güvezi /güvezi/: eflatun rengi. [97]

güz /güz/: güz.-ayi: ekim ayı.

ğabap /ğaµaµ/: çene altında biriken et.

ğecä /ğecä/: tahta duvarların kesişimi.

ğetet /ğeşeş/: bitki sapı.

ğıc /ğıc/: yerinden çıkarılmayan dişin altından biten ikinci diş.

ğıjla- /ğıcla-/: (su) ğıjj diye ses çıkararak akmak. [98]

ğırıç /ğırıç/: kapı ya da pencerelerin yarı açık hali.

ğırla- /ğırla-/: 1. “gırr” diye yere dökülmek. 2. köpek hırlamak.

ğivi /ğivi/: ağaç içi kurdu.

haçan /haçan/: kaçan, ne zaman ki, nasıl ki…

haçandan /haçandan/: öyle bir şekilde ki… şaşırtıcı bir şekilde.

hakuz /haquz/: tarla sürülürken açılan kanallardan her biri.

halambar /xalambar/: un sandığı.

hamaylı /hamayli/: meşinden üstü kopçalı küçük çanta.

hamdan /hamdan/: yeniden, tekrar baştan, “bu işä hamdan başla!”.

hamla- /xamla-/: uzun süre iş yapmadıktan sonra birden işe başlayınca hastalanmak. [99]

hapahaptan /xapaxapşan/: aniden, ansızın.

hapahaptan /xapaxaptan/: aniden, birdenbire “xapaxaptan beni yaxaladilar”

harangal /xarangâl/: geniş.

harbi /harbi/ çabuk, süratli bir şekilde.

harbutla- /xarbutla-/: sıcak ve soğuk suları birbirine karmak.

harfana /harfana/: yöresel yemekli eğlence.

harkalat /harqalat/: kol sepeti.

harmahılat /harmahılat/: karmakarışık.

harman /xarman/: h.-ay:eskiden ağustos ayı.

harşo /xarşo/: yöresel bir yemek çeşidi.

haru /xaro/: kilerlerdeki tahtadan yapılmış geniş un bölmeleri.

haruz /xaros/: nadasa bırakılmış tarla.

hasır /xasır/: mısır koçanlarından örülmüş sergi.

haşar /xaşar/: ince uzun sırık.

haşıl /xaşil/: yöresel bir yemek.

hatırnaz /xatırnaz/: hatırlı, hatrı sayılır.

havs /xavs/: yosun.

hayraz /xayroz/: tarla sürülürken sürülmemiş kalan kısım.

hazein /xazein/:patron.

hazla- /xazla-/: meyveyi bıçakla yarmak veya eti koparmadan lime lime doğramak.

he! /he!/: evet!

hedik,hegit/hedik//hegit/: pişmiş mısır tanesi.

hela /halä/: tuvalet.

helli, hello /helli//hello/: yöresel bir yemek türü.

henek /henek/: şaka.

henkel /xengel/:büyük ip yumağı.

hepengi /xepengi/: kapan.

herk /herg/: sürülmüş toprak.

hıh /xıx/: pis.

hıha /xıxa/: çok, gereğinden fazla.

hıhlan- /xıxlan-/: vücudu keselemek.

hıın! /hıın/: evet!

hılakoba /xılaqoba/: derme çatma.

hılat /xılat/: karışık.

hılatla- /xılatla-/: biribirine karıştırmak.

hınkal /xınkâl/: yöresel bir yemek türü.

hıpız /xıµız/: aşırı cimri.

hıpla- /xıpla-/: dibini kazımak, sıyırarak bir şeyin dibini temizlemek.

hırakla- /xırâkla-/: tencere dibini tutmak.

hırazla- /xırazla-/: tüylerini yakmak.

hırhıt- /xırxıt-/: birisini tenhada sıkıştırmak.

hırlı /xırlı/: doğru, dürüst (kişi), doğru dürüst (iş).

hırtla- /xırtla-/: oyun bozanlık etmek.

hısrak /xisrek/: orta boy kızak.

hışla- /xışla-/: hışş diye ses çıkarmak (özellikle su). [100]

hıştık /xışşıq/: tasma.

him /him/: inşaatın temel çukuru.

hohola /xoxola/: kaba saba.

hop /xop/: kara sabanın tarlayı süren demir kısmı.

horla- /xorla-/: hor görmek.[101]

hoşur /xoşur/: dövülmüş ancak öğütülmemiş kaya tuzu.

hotak /hoşax/: çift sürerken boyunduruğa asılan küçük kütük.

hulıkı /xulıqi/: kertenkele.

hulul /xulul/: turşu haline gelmiş lahana.

huna /xuna/: kulaksız koyun.

hurla- /xurla-/: uyurken horlamak.

huttı /xuttı/: lahana meyvesinin sapı.

huyhuy /huyhuy/: aklı yerinde olmayan (kimse).

ıın! /ıın!/: hayır!

ılışır /ılışır/: geçen yıldan bir önceki yıl.

ıraklaş- /ıraxlaş-/: uzaklaşmak.

ıraklaştır- /ıraxlaşşur-/: uzaklaştırmak. [102]

ırgala- /ırğala-/: kuvvetlice sallamak. [103]

ırgalan- /ırğalan-/: sallanmak, salınmak.

ışhan /ışxan/: filiz. [104]

ışhanla- /ışhanna-/: filiz sürmek.

içerle- /içärlan-/: bir şeyden dolayı alınmak.

ifdi /ifdi/: ilk olarak.

igeş- /igäş-/: rekabet etmek.

ilinti /ilinti/: teğel, ilmik.[105]

irip /irip/: eğri.

ispir /ispir/: avcı bir kuş. [106]

ispirik /ispirik/: odun ya da çıra ufantısı.

istikan/isşikân/:bardak.

istol /isşol, stol/: sandalye.

işak /işax/: sidik

işkillen- /işgillän-/: şüphelenmek. [107]

itdirsegi /itdirsegi/: gözkapağının kirpikle birleştiği yerde çıkan küçük sivilce, incili. [108]

itekle- /iteklä-, yirtekla-/:  itmek, dürtmek.

itlen- /itlän-/: sinirlenmek (argo).

izle- /izlä-/: iz yapmak.

jinjile /jinjilä/: grip.

jol/cola /jol//jola/: siyah tanecikli meyvesi olan diken ağacı ve meyvesi.

jonga /jonga/: kaba, iri yoz hayvan.

jurla- /jurla-/:etleri diken diken olmak.

kabalak /qabalax/: bir ucu sarkıtılan bir ucu da başa dolandıktan sonra yana sarkıtılan erkek başlığı, eskiden sarık.

kabar- /qabar-/: şişmek.

kaç- /qaç-/: koşmak, seğirtmek, kurtulmak. [109]

kaça kaça /qaça qaça/: koşarak.

kaçe /qaçe/: dişi enik.

kaçga /qaçğa/: ağaçtan yapılmış el arabası.

kaçgın /qaçğun/: kaçak, kaçan. [110]

kaçkaça /qaçqaça/: beyazlı karga.

kada- /qada-/: tıka basa doldurmak, tepmek.

kadana /qadana/: köpek tasması.

kağan /kağan/: arslanın yerinden kalkmadan başını dikerek etrafa bakması.

kah /kqäx/ elma kurusu. [111]

kahla- /kqäxla-/: kah yap-mak, güneşte kurutmak. [112]

kakaç /qaqaç/: kuru bitki sapı.

kakaç /qaqaç/: mısır ve benzeri bitkileri kestikten sonra arta kalan kurumuş köklü kısım.

kakal /qaqal/: göz bebeği.

kakala /qaqala/: dolu yağmuru.

kakanla- /qaqanna-/:1. tavuk yumurta koyduktan sonra bağırmak. 2.kahkaha ile gülmek (argo).

kaklan- /qaqlan-/: kıvrılmak.

kakoroz /qaqoroz/: ucu kıvrık.

kala- /qala-/: sobaya odun doldurup ateş vermek.

kâlâcoş /kâlâcoş/: yöresel bir çorba türü.

kalat /qalat/: kol sepeti.

kalkışmak /qalxış-/: hep birlikte kalkmak (yataktan), (oturmadan).

kân /kân/: balkon kenarlarını çeviren ağaç korkuluk.

kanavuz /qanavuz/: koyu mavi renk.

kanç /qanç/: pençe.

kançla- /qançla-/: pençe ile tırmalamak.

kandara /kandara/: beşikte el tutma yeri.

kandır- /qandur-/: aldatmak.

kanık- /qanıx-/: bir şeye çok alışmak.

kâp /kâp/: dut pekmezinin köpüğü.

kapan /xapan/: harmanda dövülen mahsülü bir yere yığmaya yarayan büyük tapan.

kapçek /qapçek/: ağaç maşrapa.

kapılo /qapılo/: kapçek.

karaca /qaraca/: külül.

karahşin /qaraxşin/: tulum çalgı aletinin bir parçası.

karakış/qaraqış/: aralık ayı.

karakış /qaraqış/: ocak ayı.

karakura/qaraqura/: genellikle hamile kadınlara korkulu anlar yaşattığına inanılan hayali bir varlık. [113]

karal- /qaral-/: kararmak

karalt- /qaralt-/: karartmak.

karaltı:karartı, gölge.

karama /qarama/: eherin oturak yeri.

kârankâş /kârankâş/: taş taşımada kullanılan çatal kazık.

karapan /qarapan/: samanlığın önündeki örtülü yer.

kargış /qarğış/: beddua.

karışkal /qarışqal/: ince yağan dolu.

kart /qart/: iri yapılı.

kartol /qarşol/: patates.

kartopu /qartopı/: patates.

karvakan /qarvaqan/: bacayı bedevre ile örterken dizili bedevrelerin üzerine yatay olarak konan ve üzerine taşlar dizilen bedevre.

kasarak /qatsaraq/: aşırı sıcak hava.

katala- /qatala-/: kovmak.

katlan-/qatlan-/: tahammül etmek, sabretmek.  [114]

kav /qav,qâv/: birşeyler çekmeye ya da yolmaya yarayan ucu çatal ağaç.

kavara /qavara/: osuruk.

kavlak /qavlak/: ayakta kurumuş ağaç.

kâvlık /kâvlux/: kendini üstün görme

kavuç /qavuç/: ucu eğilmiş demir ya da ağaç.

kavus /kâus/: eylül ayı.

kavut /qavut/: öğütülmüş furunç.  [115]

kaygana /qayğana/: bir tür omlet.

kayınço /qayinço/: kayın birader.

kayıp- /qayıp-/: kaymak eylemi.

kayır- /qayır-/: beslemek.

kaypak /qaypax/: kaygan.

kaytar- /qaytar-/: işten kaçmak.

kazı- /qazı-/: kökünden silmek, tıraş etmek. [116]

kecere /qecerä/: sert, kurumuş.

keh /kgex/: eşek eheri.

kekeç /kekeç/: kekeme.  [117]

kelle /kelle/: 1.insan kafası. 2.buğday başağı.

kemçük /kemçük/: çelimsiz kimse.

kenef /kenef/: tuvalet.

kerdik /kerdik/: arpa buğday karışımı ekin.

kerkin-/kerkin-/: sürtmek, sürtüşmek.

kerme /kermä/: koyun gübresi

kersen /kersän/:ağaçtan oyma hamur teknesi.

kert /kert/: 1.kerte.2. bayat (ekmek).

kert- /kert-/: kerte meydana getirmek.

kese /kesä/: kestirme yol, patika.

kesegen/kesegän/: bir domuz türü.

kesek /kesek/: kesilmiş dilim.[118]

kesme /kesmä/: yöresel bir yemek türü.

ket /qet/: ot taşımada kullanılan bir çift ince sırık. [119]

kete /kete/: yöresel bir börek türü. [120]

kevek /kevek/: yumuşak, gevreğimsi.

kıdan /qıdan/: keçi yavrusu.

kıdık /kıdık/: kıdan.

kıfınlanmak /qıfınlan-/: cilve yapmak.

kıjgır- /qıjğır-/: ekşiyerek köpürmek. çok kızmak, sinirlenmek.[121]

kıkı /qıqı/: boğazda çıkan ur. [122]

kıkıl /qıqıl/: simit biçiminde kızartılmış bişi.

kımı /qımı/: turşusu da yapılan bir tür ot.

kınatura /qınaşura/: ıslah edilmemiş yabani elma.

kınçık /qıntçık/: bütünden bir parça, bir zerre.

kınıçga /qınıçqa/: nüfus hüviyet cüzdanı.

kınkla- /qınqla-/: beceriksizce iş görmek.

kıntıravaz /qıntıravaz/: kolay kolay bir şey beğenmeyen kimse.

kırag /qırax/: 1.susuz arazi. 2. bütünün kenarı.[123]

kırcıllan-/qırcıllan-/: (saç)a ak düşmek, beyazlamak.

kırç /qırıç/: sertleşmiş kar yüzeyi.

kırhlık/qırxlux/:koyun yününü kesme makası.[124]

kırıştır- /qırışşur-/: birisiyle oynaşmak (kadın).

kırkal /qırqal/: ağaçtan bükülerek yapılmış hayvan bağı.

kırkat /qırqat/: dikenli bir tür ağaç.

kırkıt /qırqıt/: dayanıklı.

kırkıton /qırqışon/: yemek borusu.

kırmızılan-/qırmızlan-/: kızarmak, kırmızı olmak, (meyve) olgun-laşmak.

kısır /qısır/: hayvanların iki yıl üst üste veya hiç doğurmayanı.

kıskıla- /kıskıla-/: köpeği bir şeyin ya da kimsenin üzerine kışkırtmak, salmak.

kıvranga /qırvanqa, kıvranqa/ yaylı küçük el kantarı.

kıyış- /qıyış-/: birisini bir iş yaptırmaya kıymak.

kibe /kibe/: merdiven.

kileş- /kiläş-/: çamaşırı suda oğuşturmak.

kiniye /kiniyä/: alay.

kinzi /kinzi: bir çeşit kokulu, çorbalara katılan bitki.

kip /kip/: sağlam, dik, yakışarak.

kiraz /kirez/: k.-ay: haziran.

kirkit, kerkit /kirkit/ /kerkit/: tezgahta dokuma tarağı. [125]

kirmen /kirman/: ikinci, ikinci kez biçilen ot.

kirtik /kirtik/: küçük parça.

kitle- /kitlä-/: kilitlemek.

kocal- /qocal-/: kocamak, ihtiyarlamak.[126]

kocalt-/qocalt-/: htiyarlatmak, çok eziyet gösterilmek.  [127]

kocor /qocor/: küçük tepe.

kocu /qoco/: çelik çomak oyunu.

koç /qoç/: q.-ay: kasım ayı.

koçik /koçik/: kollu, kazağa benzeyen renkli kumaştan yapılan düğmeli eski kadın elbisesi.

koçik /qoçik/: kadın bluzu.

koçur /koçor/: alna sarkan saç.

kod /qod/: 1.16 dm. küplük ağaç ölçek. 2. su değirmenin kapalı oluğu.

kodluk /qodlux/: bir kodluk bakır tencere.

kodova /qodova/: ağaç kakan.

kofik /kofik/: eskiden başa giyilen kadın giysisi.

kofta /qofşa/: bir çeşit kadın bluzu /eski).

koh /qoh/: eskimiş açık yaranın üzerindeki et ve kan kabuğu.

kohlan-/qoxlan-/: yaranın üzerini zamanla et ve kan tabakası bağlamak.

kokol /qoqol/: boynuzları hilal şeklinde olan öküz.

kokola /qoqola/: üst üste yığılarak oluşturulmuş dik.

kokolla- /qoqolla-/: üst üste yüksekçe yığmak.

kokopa /qoqoµa/: sırt, tepe.

kokoroz /qoqoroz/: dik başlı.

kokur /kokor/: uzun saç, uzun saçlı çocuk.

kol /qol/: 1.kolluk 2.ince uzun sırık. 3.tarlayı çapalarken her bir kişinin çapaladığı yaklaşık beş metre genişliğindeki kısım.

kola /qolä/: yarılmaya hazır odun kütü-ğü.

kolan /qolan/: at yularının bir parçası.

kolçak /qolçax/: eskiden bir tür erkek bel bağı.

kolçak /qolçax/: eskiden kadınların kollarına geçirdikleri dirseğe kadar olan işlemeli kolluk.

kolluk /qollux/: bir araçta ana gövdeyi taşıyan tek ya da çift ağaç ya da demir.

kolopa /qoloµo/: küçük külek.

kombaş /qombaş/: değneğin başındaki kabarıklık.

kona /qona/: deste, küçük yığın.

konçik /qonçik/: çıra kütüğünden bir parça.

korava /qorava/: marmelat.

korla- /qorla-/: gözetlemek, kollamak.

kort /qort/: çimenlik.

koruk /qorux/: koruma altına alınmış arazi.

korut /korut/: keçi yavrusu.

kosavı /qosavi/: kül değneği.

kosrav /qosrav/: tırpan taşı.

koş- /qoş-/:1.(öküzü) çifte koşmak, bağlamak, 2. tarlayı sürmek.

koş /qoş/: alın.

koşat /qoşat/: ağaç kiriş.

kota /qota/: iplik makarası.

kotata /qoşata/: küçük ağaç kütüğü.

kotazla- /kotäzlä-/: fırlatmak, atmak.

kotik /qotik/: manda yavrusu.

kotor /qoşor/: taneleri alınmış mısır meyvesinin sapı.

kotur /qotur/: 1.yontulmuş odunun üzerinde kalan pürüzler. 2.yaşlı kimse (argo).

köç- /köç-/: (kız) evlenmek.

köç /köç/: otun çayırda bir yere yığılmış hali.

köçür- /köçür-/: (kızı) evlendirmek.

köm /kóm/: koyunların kapatıldığı döşemesiz ahşap ahır.

kömzek /kömzek/: ahırda hayvanların dışkısını dışarı atmak için açılmış delik

körezle- /körezlä-/: fırlatmak.

körle- /körlä-/: üzerini örtmek, kapamak.

körlen- /körlän-/: kesiciliğini yok etmek.

kösnek /kösnek/: kömzeği kapatma kütüğü.

kösnük /kösnük/: çelimsiz.

köylük /köylük/: köylü

kudıyan /qudiyän/: cadı. halkın inanışına göre cadı ve kudıyanın kuyruğu olur. Kudıyan daha kısa kuyruklu olan cadıdır.

kuk /quk/: dizleri eğik oturmuş olan.

kuklan-/quklan-/: dizleri eğik halde oturmak, çömelmek.

kukul /ququl/: 1.tomurcuk.2.(insan için) yavru.[128]

kukullan- /ququllan-/: 1.ağaç tomurcuklanmak. 2. insan evlat sahibi olmak.

kukuso /ququso/: kuyruk sokumu.

kullap /qullep/: eski kapılarda hem kuşak görevi gören hem de kapıyı çerçevesine bağlayan menteşe.

kullap /qululap/: kapı asmaya yarayan büyük çengelli demir.

kulul /qulul/: taranmış yün topağı.

kulun /qulun/: tay. [129]

kulunç /qulunç/: bel romatizması, sırt ağrısı

kumkuma /qumquma/: mürekkep okkası.

kumla- /qumla-/: (su) önüne kum yığılmak.

kunçul /qunçcul/: bir şeyin uç tarafı, uç kısım.

kuntla- /quntla-/: (hayvan) seğirtmek.

kupis /quµis/: cimri.

kur- /qur-/: tasarlamak.  [130]

kurat /kurat, qurat/: çocuğu olmayan adam.

kurçs /qurçs/: meyve sapı.

kurık /kurık/: at yavrusu.

kurka /qurqa/: çekirdek.

kurkantal /qurqanşal/: kalitesiz meyve.

kurna /qurna/: musluk.

kursak /qursax/: mide, işkembe.[131]

kuruk /qurux/: kuluçkaya yatmış tavuk.

kurul- /qurul-/: büyüklük taslamak.

kurum /qurum/: baca külü.

kuruşta /quruşşa/: küçük gaz lambası.

kusak /qusax/: kusmuk.

kuskun /qusxun/: atın eherinin bir parçası.[132]

kuy- /quy-/: mısır unu ve kaymakla yapılan bir çeşit yemek.

kuyla- /quyla-/: gömmek.

kuzla- /quzla-/: (kedi, köpek) yavrulamak.[133]

kuzu kulağı /quzı qulağı/: bir tür dağ bitkisi.

kuzuk /quzuk/: kambur.

küci /küci/: cicim dokuma tezgahında ipliklerin arasından geçirildiği alet. [134]

küçük /küçük/:k.-ay: şubat ayı, gücük ayı.

küd /küd/: kötürüm.

küdara /küdara/: kötürüm.

küdlen- /küdlän-/: kötürüm olmak.

küfürgen /küfürgän/ çok küfür söyleyen.

küle /külä/: pişince dağılan  ve yörede pek makbul olan bir patates türü.

külek /külek/: tahta kova.  [135]

külfet /külfet/: kalabalık, yük.

külül /külül/: siyah bezelye.

künt /künt/: hamur topağı.

küp /kúp/: fırınlanmış büyük toprak çömlek.

kürü- /kürü-/:kürekle kazıyarak atmak, temizlemek. [136]

kürün /kürün/: yalak.

kütan: saban.

lafla- /lafla-/: lafla iknaya çalışmak.

lakaska /laqasqa/: sapan.

lakuma /laquma/: yamukluk.

laş /laş/: dudak. [137]

laşıyan /laşıyan/: iri dudaklı.

lavaş /lavaş/: ince kete.

lazut /lazut/: mısır bitkisi.

leçek /leçek/: beyaz renkli, kadın başörtüsü.[138]

leçek /leçek/: üçgen biçiminde topuğa kadar uzayan beyaz tülbentten baş örtüsü, eskiden kadınlara ait.

leğme /leğmä/: yerdeki sulu kar.

lehle- /lehlä-/: hızlıca solumak.

lek /lekg/: bir ağaç türü.

leke /leke/: korkak. “lekeyi kova kova yüreklendirirsin”.

lelinci /lelinci/: yalvarıcı, muhtaç.

lenger /lenger/: büyük tabak.

lığars /lığars/: gevşek et.

lığla- /lığla-/: 1. toprak suyla gevşeyip çökmek. 2. yere yıkılmak, çömelmek.

lıkas /lıqas/: sulu.

lıpız /lıpız/: kel.

liklike /liklikä/: konuşkan sevimli küçük kız.

loda /loda/: büyük ot yığını.

logor /logor/: bedava.

loğ /loğ/: çürümeye yüz tutmuş meyve.

loğla- /loğla-/: bir şeyi ezecek gibi yoğurmak.

loğlan- /loğlan-/:çürümeye yüz tutmak, zamanla suyunu çekmek (meyve).

lokura /lokoro/: sümüklü böcek.

lom /lom/: büyük demir küskü.

löbiye /löbiyä/: fasülye.

löker /löker/: hizmetçi.

lukar /lukar/: yüz parlaklığı.

lurs /lurs/: evin çatısının üçgen şeklindeki baş tarafları.

lülük /lülük/: 1.tulum çalgı aletinin bir parçası 2.çeşmelerde suyun aktığı kısa tahta boru ya da oluk.

maçsla- /maçsla-/: (dana) ineğin memesini süt gelmesi çin ağzına almak, hafifçe ıslatmak.

mağ /mağ/: çatıda herbir bedevre sırası.

mağlata /mağlata/: gürültü, patırtı.

makar /maqar/: düğünde gelini getirmeye giden topluluk.

malağma /malağma/: dövülmüş tahıl. [139]

maluk /malux/: öküz kayışına geçirilen ağaç.

mana /mana/: ağaç küskü.

mancılık /mancılux/: kaldıraç.

manela /manelä/: küçük ağaç küskü.

mangılda- /manqılda-/: (manda) bağırmak.

maran /maran/: kağnı tekerleğinin etrafına geçirilen demir halka.

masalak /matsalaq/: çok ekşi.

masat /masat/: tırpan bileme taşı.

matlı /matlı/: yiyecek maddelerinde türeyen kurtçuk.

mayhoş /mayxoş/: ekşi.

mayınla- /mayınna-/: 1. ağrı azalmak. 2.yan gelmek 3.uyku sarhoşu olmak.

mazı /mazı/: dingil.

mazman /mazman/: kıldan ip büken kimse.

meccane /meccäne/: bedava, karşılıksız olarak.

meçeç /mee/: mantarlaşmış siğil.

mehel /mehel/: zaman, vakit “na  mehel  gäldın”.

menç /menç/: kalça.

merek /merek/: samanlık.

meser /mesär/: tahta çit.

meshal /mesxäl/: küçük kırmızı meyvesi olan bir ağaç türü ve onun meyvesi.

meşe /meşä/:orman.

mızmız /mızmız/: pek nazlı kimse.

midgül /midgül/: mevsimlik gıda maddesi.

mimilö /mimilö/: horoz ibiği. [140]

mitil /mitil/: yün döşeğinde yün doldurutlylan birinci kısım.

mitse /mitsä/: ince kabuklu bal kabağı.

miyenci /miyänci/: alış verişte arabulucu kimse.

molak /molaq/: mavi çiçekli bir bitki türü.

moloz /moloz/: başıboş dolaşan kişi.

momu /momu/: hayali, korkunç bir yaratık.

morkan /morqan/: kabuğu şal boyamada kullanılan bir ağaç türü.

mosmar /mosmar/: büyük çivi.

mostura /mostura/: gösteriş.

mozık /mozık/: iki yaşındaki dana.

mörbet /mörbet/: yardımcı kimse.

mucrum /mucrum/: paramparça olmuş.

muçla- /muçla-/: buruşturmak, kırıştırmak.

mudara /mudara/: işe yaramaz şey.

muğber /muğber/: hasım.

mur /mur/: baca isi.

muşla- /muşla-/: solumak.

muştuk /muşşuq/: su değirmeninde oluğun başına takılan ve içinden suyun fışkırdığı ince ağaç ya da saç boru.

muşuşul /muşuşul/: uyuşuk.

mürgülle- /mürgüllä-/: uyuklamak.

nacak /nacax/: küçük balta.

naçar /nâçar/: işe yaramaz.

nadır /nadır/: kusur, eksiklik.

nağvala /nağvala/: zehir gibi acı olan.

nahır /naxır/: büyükbaş hayvan topluluğu.

nahır /naxır/: hayvan sürüsü “naxır eldän getmiş şä alaca jongayi ariyer”

nakat /nâqat/: çapa yaparken işlenen toprak kesiti.

nakut /nâqut/: zerre.

nalav /nalav/: yıpranmış tırpan ya da bıçak ağzı.

nalıya /nalıya/: üzerinde mısır dövülen yüksek ayaklı sandık.

namazlık /namazlux/: seccade.

napıskal /napısqal/: bütünden koparılmış küçük bir parça.

napızar /napızar, napuzar/: kapı önünde verimli tarla.[141]

narıncı /narıncı/: nar rengi.

nasıbur /nasıbur/: kumaş kenarı.

nat /nat/: tırpan veya tırmık gibi aletlerin sapı.

nataş /naşaş/: çıra parçası.

nav /nav/: tulum çalgı aletinin bir parçası.

nav /nav/: tulum çalgısında düdüğün ucundaki boynuz.

neker /nekger/: meşe ağacının yapraklarından bağlanarak hazırlanmış kışlık hayvan yiyeceği.

nezürgi /nezürgi/: tarla sürmeye ortadan başlandığında oluşan balık sırtı biçimindeki çıkıntı. [142]

nıkart /nıqarş/: gaga.[143]

nıkartla- /nıqarşla-/: gagalamak.

nıkor /nıqor/: hayvanların alnındaki beyazlık.

nogulo /nogulo/: yöresel bir yemek olan kesme çorbasına katılan kurutulmuş makarna.

o geçe /o geçä/: karşı taraf.

o kıbal /o qıbal/: o derecede…

o mehel /o mehel/: o zaman.

obaş /obaş/: sabah alaca karanlık vakti. “öküzläri sabax obaşşan qoşup gedäcaux”.

oğluşak /oğluşax/: eş, karı, koca.

oğrat- /oğrat-/: geçip gitmek.

oğulluk /oğullux/: üvey oğul.[144]

onca /onca/: bunca “onca zaman nalar oldı”.

onsuz /onsuz/: bari…, hiç değilse…

orak /orax/: o.-ay: temmuz ayı.

ortalık /ortalux/: orta, ara yer.

otar- /otar-/: hayvan gütmek.[145]

otarak /otarax/: hayvan otlatma yeri, mera.

oturak /oturax/: oturacak yer, bank,iskemle.

öbürgün /öbürgün/: yarından bir sonraki gün.

ögeç /ögeç/: bir yaşını bitirmiş koyun. [146]

ögey /ügey/: üvey.

öğür al- /ögür al-/: inek gebe kalmak.

ölümcül /ölümcül/: ölecek durumda. [147]

örsele- /orsala-/: bir şeyi elinde fazlaca öteye beriye çevirerek, eziyet vermek.

örtme /ortma/: evin önündeki üstü kapalı oturma yeri, gölgelik. [148].

örtümele /örtümelä/: ağaçtan yapılmış küçük un çanağı.

ötegün /ötegün/: dönden bir önceki gün.

paç et- /µaç et-/: öpmek.

paça /paça/: arı peteği.

paçaç /paçaç/: çömelmiş, yerinden kalkamayan, tenbel.

paçaçlan- /paçaçlan-/: tenbellik etmek, bir iş görürken çok ağır davranmak.

paçınka /paçınqa/: onarım, tamir.

pahangâl /paxangâl/: arızalı, bozuk.

pahıllan- /paxıllan-/: kıskanmak.

palak /palax/: 1. yaprak 2.ayı yavrusu.

palaz /palaz/: bez parçası.

palaza /palaza/: ince kabuklu bal kabağı.

panta /µanşa/: ahlat, dağ armudu.

papa /µaµa/: mısır unu ve su ile yapılan bir tür yemek.

papah /papax/: külah.

papak /papax/: başa giyilen erkek külahı.

papaklan- /papaxlan-/: şişmek, (kaynayan yiyecek) köpürerek taşacak hale gelmek.

papatsele /µaµatselä/: ince şeritler halinde kesilerek kurutulmuş kabak ve bu kabaktan yapılan yemek.

papuç! /papuç!/: yok!, yitti!.

papul /µaµul/: ayakkabı.

park |µarq/: kabarcık.

parklan- /µarqlan-/: kabarcık atmak.

par-lık /parmaxlux/: balkon etrafındaki korkuluk olarak yapılmış ince çıtalar.

parpulla-/parpulla-/: 1.birisini lafla azarlamak, 2.içini dışına çıkarmak, dağıtmak.

pasala /patsala/: öd kesesi.

paska /pasxa/: eski basit ev.

paşka /µaşqa/: paket.

patasın /patasın/: ördek.

patat /patat/: el bezi.

patuna /patuna/: patlatılmış mısır.

peçetle- /peçätlä-/: perçinlemek.

peçük /peçük/: tırpan ağzının geniş tarafı.

peg /peg/: harabe.

peleş /peleş/: boynuzları yana açık öküz.

pelut /pelut, palut/: meşe ağacı.

penzeher /penzeher/: çeşitli hastalıklara iyi geldiğine inanılan göktaşı.

pepele /µeµelä/: kelebek. [149]

peş /peş/: 1.etek dikerken üçgen şeklinde kesilmiş kumaş parçası ve bu parçaların birleştirilmesiyle dikilmiş etek. 2.arka, arka taraf.

peşhun /peşxun/:ağaç sofra.

peşle- /peşlä-/: kovalamak, arkasından takip etmek.

pıçkı /pıçxı/: çalı çırpı.

pıçkılık/pıçxılux/: çalılık.

pırtıklan- /µırşıqlan-/: hayvan aşırı sıcaktan seğirtmek.

pısır- /pısır-/: pörsümek, önceden bol keseden atarken daha sonra morarmak.

pıskır- /pısxır-/: hapşırmak. [150]

pıtu /µışo/: pitik.

pızıklan- /µızıqlan-/: pırtıklanmak.

pikâl /pikâl/: ince tabaka.

pil /pil/: büyük yayvan güveç.

pileki /pileki/: eskiden üzerinde ekmek pişirilen toprak tepsi.

pin /pin/: tavuk kümesi.

pingâl /pingâl, fingâl/ fol yumurta.

pinti /pinti/: aşırı derecede pis kimse.

pipki /pipki/: yeni yağmış tutmayan kar.

pisge /µısgâ/: kibrit.

pisik /pisik/: kedi. [151]

pitik /µişik/: köpek yavrusu.

poçhı /poçxı/: çalı süpürgesi. [152]

poçuç /poçuç/: mısır koçanı.

popuza /popuza/: tohumluk soğanın tepesi.

portla- /portla-/: balon yapmak, şişmek, şişerek yarılmak.

portlak /portlax/: gözü büyük, bir gözü dışarı çıkmış kimse.

posur- /posur-/: pısırmak.

potluka /potlıqa/: şişe.

potura (k) /poturax/: pıtırak, kıraç arazi.

pöçük /peçük, pöçük/: geri taraf, bir şeyin taban kısmı.

puçı /puçı/: dana.

puğaça /puğaça/: somun ekmek.

pulul /pulul/: küçük ot yığını.

pupu /pupu/: yara.

purçuka /purçuko/: bir yemek türü.

purtı /purtı/: manifatura.

pus /pus/: dağ dumanı, sis. [153]

puskavat /pusqavat/: kısa ömürlü, erken tükenen.

puş /puş/: karın.

puşt /puşt/: hain kimse.

puştla- /puştla-/: ihanet etmek oyun bozanlık etmek.

putur /putur/: yarı çürümüş odun.

pürçek /pürçek/: saç, kâkül, perçem.[154]

rabıtalı /rabıtalı/: doğru düzgün.

rakuna /raquna/: şal tepmeye yarayan ağaç.

ramka /ramqa/: arı kovanı.

rıhla- /rıxla-/: azarlamak.

ruka /ruqa/: ağaç tepsi.

sabahlık /sabaxlux/: sabah kahvaltısı.

sadede /sädedä/: tohumluk soğanın tepesi.

sağın /sağın/: sağılan inek.

sahan /sahan/: tabak.

sakavı /saqaví/: bir hayvan (at) hastalığı.

sakla- /saxla-/: korumak, esirgemek. “Allah saxlasın”. [155]

saku /saqu/: palto.

sakulak /saqulaq/: meyvelerin olgunlaşmamış hali.

salakâne /salaxana/: başıboş dolaşan, başı boş bir halde…

sälakap /sälaqaµ/: anız.

salbagâ /salbagâ/: tek taraflı hayvan bağlanan ahır.

salma /salma/: başıboş, ortalığa salıverilmiş olarak.  [156]

saltabaş /saltabaş/: tek başına, yalnız olarak.

sanahav /sanaxav/: elyaf özelliğini saptamak için ağaçtan alınan örnek.

sanashal /sanasxal, sanaxsal/: ahırda hayvan gübresinin süpürüldüğü kanal.

sancıl- /sancıl-/: saplanmak, batmak.[157]

sanç- /sanç-/: saplamak, batırmak. [158]

sansalak /tsantsalaq/: asma köprü.

sarafla- /sarafla-/: gelin adayı olan kıza bakmak.

saral- /saral-/: sararmak.

sarın- /sarın-/: yere kapanmek.

sartumel /sartumäl/: yastık altına konan tahta yükselti. [159]

sarul /sarol/: can eriği.

sashu /tsasxu/: bir ağaç türü.

saskavı /sasxavı/: bostanda su serpmek için kullanılan avuçlu kürek.

satapav /satapav/: tavan örtüsü olarak kollanılan işlenmemiş ağaç.

satar /satar/: ormanda açık olan dik arazi.

sataşmak /sataşmax/: birisine bulaşmak.

satrav /satrav/: inişli yollarda öküz arabasının arkasına bağlanan dallı ağaç.

satut /satut/: nazlı kimse.

sav- /sav-/: geçiştirmek, başından def etmek. [160]

savacak /savacax/: su arkında suyun önüne konulan açılır kapanır engel. [161]

savayıl /savayıl/: yükseltisi az olan yerleşim yeri.

savuş- /savuş-/: sıvışmak, gizlice kaçmak.

sayıkla- /sayıxla-/: rüyada konuşmak, hayal görmek.

sazak /sazax, sazaq/: keskin vadi soğuğu.

sehim /sehim/: hisse, pay.

sek /seğ/: köpek

selece /salaca/: sedye. [162]

semer /semer/: atlarda yük eheri.

semtli /semtli/: girilmeye elverişli yer.

sengo /tsengo/: ceviz meyvesinin yeşil kabuğu.

seperhol /seperxol/: hayvanın kaburgalarının içinin boşaltılarak geri kalan kemik hali.

serevni /serevni/: serbest olan.

sergi /sergi/: kıldan örülmüş kilim.

seyishane /seyisxana/: gelin eşyası.

seylük /seylük/: deli.

sıbır- /sıbır-/: saygısızca alaylı bir şekilde gülümsemek, saygısız davranmak, saygısızca karşı koymak.

sıbırmak /sıbır-/: (köpek) kişinin üzerine hiddetle saldırmak.

sıçratma /sıçratma/: bir halk oyunu hareketi ya da türü.

sıfarı /sıfari/: gizlice.

sıka /tsıqa/: küçük kızak.

sın- /sın-/: sinerek sesizce beklemek.

sınıkçı /sınıxçı/: köylerde kırık çıkık işleriyle ilgilenen kimse. [163]

sıra- /sıra-/: sıra ile işlemek, dikmek.[164]

sırım /sırım/: ince şerit halinde kesilmiş ve dokumada kullanılan deri.

sırıp /tsırıµ/: ince uzun çubuk.

sırıpın /tsırıµın/: tiz ses.

sırıt- /sırıt-/:saygısız bir şekilde gülümsemek.

sırtar- /sırtar-/: sırıtmak.

sıtakan /sışaqan, ısşaqan/: bulguru kabuğundan ayıran değirmen.

sızık /sızıx/: renk şeridi. “mavi sızıxli kömlek aldım”.

sinel /tsinel/: meşe ağacından bükülerek yapılan bağ.

singir /singir/: kas, sinir.

sinskal /tsinsqal/: yanarken odundan sıçrayan parça.

sintal /tsinşal/: kedi yavrusu.

sipela /siµelä/: ıhlamur ağacı

sisil /tsitsil/: siğil.

sisip /tsitsip/: göz halindeki çam sakızı.

sisvi /tsitsivi/: kurumuş köknar yaprağı.

soç /soç/: ladin ağacı. [165]

soçeçel /soçeçeyl/: yün tarağı.[166]

sohra /soxra/: baştan savma yapılan iş.

soko /soqo/: yer mantarı. [167]

sonat /sonat/: çıra. [168]

sosula/sosupa /tsotsola/ /tso-tsoµa/: yassı.

sova /sova/: kapı kasası.

soy- /soy-/: derisini yüzmek, elbisesini çıkarmak.  [169]

sucu /sucı/: bir beldede su işlerine bakan kimse.

sulu /sulı/: sulu, taze, solmamış. [170]

suro /tsuro/: gübre suyu.

suvar- /suvar-/: sulamak.[171]

sür /sür/: ineğin meme kısmı, yelan.

sürüntü /sürünti/: çok gezen.

sürütme /sürütmä/: kızak ayağı.

süzek /süzek/: süzme aygıtı. [172]

süzme /süzmä/: yoğurt süzülerek elde edilmiş kalın yoğurt.

şadlık /şadlux/: mutluluk, saadet.

şalampur /şalampur/: yarım örülmüş duvar.

şamili /şamili/: bir halk oyunu türü.

şapalak /şaµalax/: şamar.

şarılda- /şırılda-/: su şarıldamak, çağlamak.

şaş /şaş/: şaşı, yanlış.

şaşortu /şaşortı/: yaylacı kadın.

şatafla- /şatafla-/: etrafı birisinden korkar gibi ya da kaçar gibi gözetlemek.

şavelet /şavelet/: ayı oynatan kimse.

şenlik /şennik/: 1.şenlik, mutluluk 2.toplantı, kalabalık, halk “bizdä bu axşam çox şennik varidi” 3.düğün, tören “şennik yapşux”

şılap/şılıp/şılap/: ıslak.

şılıpına/şılıpına/: lek ağacının gövdesinden içi delinerek yapılan ve iki başına ardıç meyvesi kapatılarak bir çubukla atış yapılan oyuncak.

şımur /şimur/: küflenip çürümeye yüz tutmuş.

şıpla- /şıpla-/: müzevirlik etmek.

şırat /şırat/: peynir suyu.

şıtan- /şitanmah/: yaptıkça hevesi artmak.

şıvan /şivan/: figan.

şiker /şiker/: bir yayala bitkisi.

şin /şin/: öküz arabası tekerleğine geçirilen demir halka.

şişek /şişek/:1.manda yavrusu 2. iki yaşındaki dişi koyun. [173]

şoğurt /şoğurt/: salya.

şor /şor/: tuzlu (peynir).

şorak /şorax/: bataklık yer.

şölve /şölvä/: ışık yansıması.

şum /şum/: asık suratlı.

şumlan-/şumla-/: sefilleşmek, uysallanmak.

şuralla-/şaralla-/: kabaca dikmek.[174]

şüşle- /şüşlä-/: sıcak ortamda dinlenmeye terk etmek, sarıp sarmalamak.

ta- /şa-/: cimri, hasis.

tabak /şabax/: bulaşıcı ve öldürücü bir hayvan hastalığı, şarbon. [175]

tabo /şabo/: ayak dirsekleri biribirine değen hayvan.

tada /şada/: ağabey.

tafra /tafra/: naz.

takaza /taxaza//taqaza/: arızalı, bozuk.

tala- /tala-/: yağmalamak.

talda /şalda/: gölgelik.

taldalan- /şaldalan-/: yağmurda gölgeliğe girmek, gölgelenmek.

tamaz /tamaz/: erik kurusu.

tanış /tanış/: tanıdık, hısım, akraba.

tapan /tapan/: tarlayı sürüp ektikten sonra üzerine gezdirilen kollu odun. [176]

tapla- /şaµla-/: ellerini birşeye bandırmak, daldırmak, hafifçe vurarak şekil vermek. [177]

tapşur- /tapşur-/: yerine iletmek.

tapta- /tapta-/: ayakla çiğnemek.

taptak /taptax/: taptanarak yassı duruma gelmiş.

tapul /tapul/: bir dirgen ot.

tar /tar/: kümeste tavukların oturduğu yüksek ağaç.

taramak /şaramax/: 1. taramak 2. vücuttaki herhangi bir kısmı siğil, sivilce veya hastalık sarmak “onun elläríni meçeç şaramiş”

tarhan /tarxan/: işten soğumuş (kimse)

tarhanla- /tarxanna-/: uzun süre çalışmayarak idmanını yitirerek işten soğumak.

tarpuş /tarpuş/: bakır tabak kapağı.

tart- /şart-/ :yana sarkarak düşecek gibi olmak.

taş göze /şaş gözä/: mısır kalburu.

taşırga- /şaşırğa-/: hayvanın ayaklarını taş döverek gezemeyecek duruma gelmek.

tat /tat/ çorabın bileğe kadar olan ayak kısmı.

tat /tat/: 1.tapanın arkasına bağlanan dallı ağaç. 2. örgüde taban.

tatarzena /tarazana/: sincap.

tatman /tatman/: eldiven.

tavar /şavar/: koyun.

tavarcık /şavarcux/: dağarcık

tavlan- /tavla-/: iyi beslenmiş olmak, şişmanlamak.

tavlı /tavlı/: iyi besili, gürbüz.

tavran- /şavran-/: bitirmeye çalışmak, acele etmek.

tavşal /tavşal/: kalın kadın başörtüsü.

taykeş /taykeş/: uygunsuz eş, birbirinin eşi olmayan.

tegere /tegerä/: tepeye benzer bir şekilde yığılmış.

teke /teke/: erkek keçi yavrusu.

teketek /tekätek/: 1.tek olarak, yalnız başına. 2.bir halk oyunu türü.

tekmük /tekmük/: tekme.

tekne /tekne/: 1. tekne 2.tulum çalgı aletinin bir parçası.

tele /telä/: söğüde benzer bir ağaç türü.

telenk /telenk/: uzayan fasülye v.b. bitkilerin teli, gövdesi ve dalları.

telesik /telesik/: heyecan

tepren- /teprän-/: kımıldamak.

tepret- /teprät-/: kımıldatmak. [178]

tepür /tepur/: ağaç tepsi. [179]

terek /terek/: raf. [180]

termäş /termäş/: hayırsız miras.

teşi /teşi/: iplik bükmeye yarayan büyük iğ.

tez /tez/: erkenden.

tez- /tez-/: kaçıp gitmek.[181]

tezek /tezek/: yakmak için kurutulmuş gübre.

tığ /tığ/: tınaz.

tığa /şığa/: saygısız erkek çocuk.

tığırbı /şığırbı/: hayvan genesi.

tıka /tıqa/: çanak çömlekçilikte kullanılan kil.

tıkanslı /şıxantslı/: bir tür bitki.

tıkna /tıqna, şıqna/: zerre.

tılap /şılaµ/: sulak arazi.

tılız /şılız/: kel.

tınma- /tınma-/: aldırış etmemek. [182]

tırasla- /şırasla-/: sıvı dışkılamak.

tırıkla- /şırıxla-/: ishal nedeniyle sıvı dışkılamak.

tırımlı /tırımlı/: bir tür çalı bitkisi.

tırink /trink/: anında, peşin olarak.

tırmıklantı /şırmıxlantı/: tırmıklama sonunda biriken ot ya da çöp.

tırtır /tırtır, tırtırı/: ince elbise.

tıta /şışa/: bir tür bitki.

tıtak /şışaq/: dirsek.

tızık- /şızıx-/: hayvan seğirtmek.[183]

tiğ /tığ/: 1.örgüde kullanılan alet 2.harmanda savrulmamış ama dövülmüş mahsul.

tike /tikä/: kuşbaşı doğranmış etin bir dilimi.[184]

tikele- /tikäla-/: eti kuşbaşı doğramak.

tikmel /tikmel/: böbrek (organ).

tikmel /tikmel/: böbrek.

tilo /tilo/: naylon çuval.

tintillen- /tintillän-/: uğraştığı halde bir işi bitirememek.

titân /şişän/: keçi yavrusu.

tivi tivi /şivi şivi/: dedikodu.

toğulğa /toğulğa/: tolga, miğfer.

tokabur /toqabur/: şişman.

tokaç /toqaç/: mısır dövmede kullanılan tokmak.

toklu /toxlı/: iki yaşındaki erkek koyun. [185]

tomruk /şomrux/: ağaç kütüğü. [186]

toparlak /toparlax/: yuvarlak, top gibi.

toprık /toprık/: küçük torba.

torlak /torlax/: acemi.

tosbağa /tosbağa/: kurbağa.

toş /toş/: dallı saçaklı ağaç.

tot /şoş/: hayvan eli.[187]

toy /toy/: 1.taze, genç 2.eğlenceli toplantı.

toz- /toz-/: toz halinde savrulmak. [188]

tozak /tozax/: serpinti, kar serpintisi.

törek /törek/: evlatlar ve torunlar.

tuluk /tulux/: peynir tulumu.  [189]

tuman /tuman/: don

tuman /tuman/: kadın donu, şalvar. [190]

tump /tump/:iki tarla arasındaki yükselti.

turuzla- /şuruzla-/: tüyleri hafifçe ateşte yakmak.

tutkun /tutxun/: içine kapanık kişi.

tülek /tülek/: ödlek, korkak.

tümeri /tomarı/: bütünü, hepsi.

tümsük /tümsük/: tarla sürerken kopan toprak topağı, goruk.

tütün /tütün/: hane, ev.

ucundan /ucundan/: … yüzünden, … sebebiyle anlamında edat.

udmı /udmı/: murdar.

ufakla- /ufaxla-/: küçültmek. [191]

ufanık /ufanux/: ufanmış. [192]

ufantı /ufantı/: saman.

ufantı /ufantí/: saman

ufat- /ufat-/: ufalamak. [193]

uğun- /uğun-/: 1.keyiflenmek.2.içinden kendi kendine üzülerek mırıldanmak.

uğut /uğut/: soğuktan etkilenmiş hamur.

uhrav /uhräv/: sert bir ağaç türü.

ula /ula/: seslenme edatı.

umaç /umaç/: bir çeşit yemek.[194]

urçsan /urtsan/: çocuk getirmeyen kadın.

urup /urup/: “kod” un dörtte biri büyüklüğünde ölçek.

urva /urva/: ekmek pişirirken hamurdan başka kullanılan un.  [195]

usukar /usukar/: ekşimemiş hamur ve ekmeği.

utangan /utanğan/: utangaç, çok utanan.  [196]

uvala- /uvala-/: ovmak.

uyat- /uyat-/: 1. (birisini) uyandırmak 2.haberdar etmek.

uyat- /uyat-/: uyandırmak.[197]

uyla- /uyla-/: ısrar etmek, bir konuda ayak diremek.

uylaş- /uylaş-/: birbiriyle bir konuda anlaşmak, uyuşmak.  [198]

uyuzlu /uyuzlı/: uyuz hastalığına yakalanmış olan.  [199]

ügi /ügi/: toplumdan uzak duran.

üst /ust/: elbise, giysi. “ustunı aç!”.

üst /úst/: elbise.

üstlenti /ustlantı/: ağacın üstünden toplanmış meyve.

üstünköy /üstünköy/: üstünkörü. [200]

üşük /üşük/: çok üşüyen (kimse), soğuktan etkilenmiş meyve.

üzgeç /üzgeç, yüzgeç/: yüzgeç. [201]

vala /vala/: çiçekli parlak kumaştan yapılan dört köşeli tülbentten baş örtüsü (eskiden kadınlar).

vala /vala/: kalın kadın baş örtüsü.

var /var/: mal, mülk, servet. [202]

vecahatlı /vecahatlı/: güçlü kuvvetli.

veşvele /veşvelä, meşmelä/: kertenkele.

vışşın /vışşın/: “ah yazık olsun” anlamında acıma sözü.

vire /vire/: devamlı olarak.

virhit /virxit/: çatıda sırıkların konulduğu kiriş.

vur- /vur-/: yamamak, ya-pıştırmak.[203]

yaba /yaba/: sık parmaklı ağaç dirgen.

yağır /yağır/: hayvanların boynunda çıkan mantar.[204]

yağmur /yağmur/: y.-ay: mayıs ayı

yahşı /yaxşı/: iyi, hoş, güzel.  [205]

yal /yal/: sıvı hayvan yiyeceği.  [206]

yalanla- /yalanna-/: yalancılıkla suçlamak, yalan olduğunu ispata çalışmak. [207]

yalat- /yalat-/: hızlıca vurmak.

yama /yama/: yatık arazi parçası.

yanaşıklı /yanaşuxlı/: kullanmaya elverişli yer.

yanaşma /yanaşma/: bir binaya ek olarak yapılan yapı.

yanbeği /yanbegi/: yamaç.

yankule /yanqula/: oyun alanının dışına çıkma.

yanla- /yanna-/: yan gelmek, yan gelip yatmak, bir işi yapmaya yanaşmamak.

yanpur /yanµur/: yamuk.

yansla- /yansla-/: taklit etmek.

yapince /yapincä/: soğuk günlerde atların üstüne örtülen örtü.

yarak /yarax/: erkeklik organı (argo).

yarmaça /yarmaça/: baltayla yarılan odun kütüğünden ayrılan her bir parça.

yarmaça /yarmaça/: yarılmış, kırılmış odun parçası.

yavşak /yavşax/: bit yavrusu.[208]

yegin /yegin/: titiz.

yeğin /yegín/: becerikli, titiz.

yeke /yekä/: iri yarı.

yekin- /yekin-/: yeltenmek, kalkışmak.

yel dikeni /yel tikäni/: yel hastalığına iyi geldiği inanılan diken.

yelan /yelan/: ineğin meme kısmı, sür.

yello /yello/: aklı bir karış havada.

yencilek /yencilek/: hafif, yünül.[209]

yenç- /yenç-/: ezmek.

yeni dünya /yenidünya/: yeni dünyaya gelmiş çocuk.

yeniş- /yeniş-/: yarışmak, birbirini yenmeye çalışmak. [210]

yerbeyir /yebeyir/: hemen oracıkta.

yerli /yerli/: sabit, yerinden oynamayan.

yeyil- /yeyíl-/: (yiyecek olarak) yenilmek.

yığış- /yığış-/: bir araya yığılmak, toplanmak.

yığnak /yığnax/: toplantı, meclis.[211]

yıl- /yıl-/: bıkmak, usanmak.

yılkı /ilxi/: at sürüsü.

yigirmi /yigirmi, igirmi/: yirmi.

yol- /yol-/: koparmak, tutunduğu yerden ayırmak.

yoluk /yolux/: yolunmuş, tüyleri kopartılmış.

yon- /yon-/: yontmak. [212]

yondur- /yondur-/: yontturmak, başka birisini yontma eylemini yaptırmak.[213]

yonga /yonqa/: odun yontusu.

yordam /yordam/: kılık, kıyafet, gidişat, yol.[214]

yoşa /yoşa/: boyasından faydalanılan kırmızı renkli taş.

yoz /yoz/: iki yaşındaki dana.

yuha /yuxa/: ince, yufka. [215]

yuhı /yuxı/: uyku.

yumru /yumrı/: yuvarlak.

yumul- /yumul-/: umutsuzca yola koyulmak.

yügrül- /yügrül-/: kendi kendine oturduğu yerde sallanmak.

yügür- /yügür-/: çocuğu beşikte sallamak.

yüngül /yüngül/: hafif, yünül.  [216]

yüreklendir- /yürekländur-/: cesaret vermek.

yürekli /yürekli/: cesaretli.

yüzü kuylu /yüzi quyli/: yüzü koyun.

zabun /zabun/: güçsüz.

zağar /zağar/: azılı küçük köpek.

zahar /zahar/: galiba.

zangal /zangal/: bir tür erkek çorabı.

zar /zar/: gübre sepeti.

zegen /zegän/: yükseltisi fazla olan yerleşim yeri.

zeh /zeh/: kesici aletlerin keskin kısmı.

zemheri /zemheri/: aralık ayı.

zemheri/zemheri/: ocak ayı.

zenne /zenne/: kadın.

zerbibe /zerbibe/: bir çeşit kumaş.

zerinci /zerinci/: boynu bükük, eli mahkum.

zerinci /zerinci/: yalvarıcı, muhtaç.

zerzebil /zerzebil/: yerle bir.

zevzek /zevzek/: aklı tam olmayan.

zıbar- /zıbar-/: seslice ağlamak.

zıbıdı /zbıdı/: yaramaz çocuk.

zıdla- /zidla-/: birisini düşman belleyip ona elinden gelen acımasızlığı yapmak.

zığarbı /zığarbi/: kirpi.

zığıl, zığır /zığıl//zığır/: diş eti.

zırıkı /zırıqi/: yaramaz çocuk.

zırkol /zırqol/: koltuk altı çıbanı.

zırla- /zırla-/: haddini bilmeden konuşmak.

zırza /zırza/: kapıyı kilitlemede kullanılan çengelli demir.

zırzala- /zırzala-/: zırza ile kapıyı kilitlemek.

zırzop /zırzop/: 1.çabucak,2.deli

zibil /zibil/: çöp. [217]

zindigen /zindigän/: fantezilik.

zoğ /zoğ/:1.hayvan derisinden kesilen ince şerit. 2.çayır biçerken otların oluşturduğu her bir şerit.

zunkal /zunqal/: orospu.

zükkam /zükkäm/: nezle.

 


 

[1] YTS’DE: abrıl Nisan.

[2] YTS’DE: abu şaşma ve korku ünlemi

[3] YTS’DE: acışmaq Ağrımak

[4] YTS’DE: adamlıq Olgunluk, erginlik

[5] YTS’DE: ag Donun ortasındaki parça

[6] YTS’DE: agırlamaq Saygı göstermek, ululamak, yüceltmek

[7] YTS’DE: agırlıq 5.Ev eşyası

[8] YTS’DE: agırşaq İplik eğrilecek iğe takılan tahta yuvarlak

[9] YTS’DE: aguz agız Doğuran hayvanın ilk sütü

[10] YTS’DE: aqçıl Beyazımtırak

[11] JTS’DE: akri Türk ağızlarında yayılmış olan akri kelimesi Gürcüce arqi sözünün formal değişikliğinden türemiştir. arqi Gürcüce akağaç, Latince Betula denilen bir orman ağacının adıdır. İsim gövdesi arq- olarak “i” nominatif morfemidir. Türkçeye bu söz Gürcüceye has olan ekiyle geçmiştir. Bundan başka Gürcüce arqi sözü Türkçede re>kr yakın ilerleyici metatheseye uğramış ve velar q abruplivi ise “k” dilarkası konsonuna geçmiştir.

[12] YTS’DE: axşamlamaq Geceyi geçirmek

[13] YTS’DE: alaca Karışık renkli

[14] YTS’DE: analıq Üvey anne

[15] YTS’DE: angılmaq Hatırlanmak, söz konusu olmak

[16] JTS’DE: anslıanclı Gürcücede de fena kokulu, ufak kara meyvesi olan Latince “sambucus ebulus” (diye. adlanan bitkidir. ancli Kartvel (Gürcü, Megrel, Laz, Svan) dillerinde ve onların ağızlarında geniş yayılmış bir kelime olarak, onu tanınmış dil bilginleri -N. Marr, Arn. Çikobava, T. Gamkrelidze, G. Maçavariani, G. Klimov ve başkaları-, Gürcüce kelime olarak saymaktadırlar. Bu söz Gürcüceden Gürcüstan’ın komşuluğunda bulunan Azerbaycan Kah bölgesinin Azeri ağızlarına geçmiştir. ancli Oset diline de girmiştir.

Türkçeanslı şekilde, Türkçede Gürcü diline has olan ön patlayıcı diş abruptivinin homogen karşılığı olmadığı için, yerini homorgan, yani diş, yalnız heterogen, yani sürekli s konsonantı almıştır. böylelikle Gürcüce ancli söz Türkçedeansli/anslı şeklini almştır. Onu da demeliyiz ki, bu Gürcüce kelime Türkçede Gürcücenin “i” nominatif morfemi ile yerleşmiştir.

[17] YTS’DE: apalak tüyleri tam çıkmamış kuş yavrusu

[18] YTS’DE: aparmak Götürmek, alıp götürmek

[19] YTS’DE: assılsuz Asaletsiz, soysuz

[20] YTS’DE: aşmaq Erkek hayvan dişisine binmek

[21] YTS’DE: Yemek, çorba, yiyecek

[22] YTS’DE: aşurma Aşırtma

[23] YTS’DE: ayaz Açık, bulutsuz (hava).

[24] YTS’DE: aygırlanmaq Aygır tavrı takınmak

[25] YTS’DE: ayırtlamaq1.Seçmek, ayırıp çıkarmak 2.Çözümlemek, ayırt etmek 3.Ayıklamak, temizlemek

[26] YTS’DE: azırgamaq Az görmek, önem vermemek, azımsamak

[27] YTS’DE: badya batya Ağzı geniş yayvan kap

[28] YTS’DE: bag Demet, bağlam

[29] YTS’DE: baqacaq 1.Her  yanı  görebilecek yer,  gözleme yeri

[30] YTS’DE: baqıcı Falcı

[31] YTS’DE: balaYavru

[32] YTS’DE: bayaq Demin, az önce, geçen zaman

[33] YTS’DE: bazlamac, bazlama Kalın açlmış yufka ekmeği

[34] YTS’DE: bıldır Geçen yıl

[35] YTS’DE: bıcılgan, bıçılgan Hayvanların ayaklarında hasıl olan yara, çatlak

[36] YTS’DE: bişi pişi Yağda kızartılmış çörek

[37] YTS’DE: bitrüm Üstün nitelikleri bulunan

[38] YTS’DE: boyaq Boya

[39] YTS’DE: bögrüşmek Hayvanlar hep birden böğürmek

[40] YTS’DE: bug Buğu, buhar

[41] YTS’DE: cazılanmaq Cadı haline gelmek

[42] JTS’DE: cımıkcımak özdeş Gürcüce cmahe kelimesidir ki Gürcücede de “ekşimiş” anlamını taşımaktadır. Türkçede söz başında çift konsonant bulunmadığından Gürcü anlaut’unun cm konsonantlarının arasında çayağzı şivesinde ı vokal eklemiştir. c diş abruptivinin yerini Türkçenin önsesinde bu defa homogen, yani patlayıcı, yalnız hetorogen dişeti-öndamak c konsonantı tutmuştur. Hr. Açaryan’dan elde ettiğimiz bilgiye göre cmahe Gürcüce kelime Gürcüceden Ermeni diline de girmiştir

[43] JTS’DE: ciyakala özdeş kelime Göle, Ardahan ve Posof ağızlarında ciya şekliyle kullanılır. ciya Gürcücede kurt demektir. ciyakela özel Gürcüce kelime ciaqela ‘nın Türkçeleşmiş formasıdır. ciaqela ve ciya kelimelerin ikisi de Gürcücede “solucan” anlamını taşımaktadırlar. Gürcü dilinin c ve q abruptivlerini Türkçede uygun olan homogen ve homorgan damak-diş “c” ve arka damak “k” seslere dönmüştürler, “y” ise “i” ile “a” vokallerinin yan yana düşmesinden aralarında türemiş sestir

[44] YTS’DE: curcını curcuna Kaba etleri uynatarak yapılan raks

[45] YTS’DE: cücük Civciv, kuş yavrusu

[46] YTS’DE: çakçaka Öğütülen buğdayın taşlar arasında bittiğini bildiren ve değirmen taşına  çarparak çak çak  sesi çıkaran aygıt

[47] YTS’DE: çalmak3.Sürmek, sığamak

[48] YTS’DE: çap çap şapır şapır

[49] YTS’DE: çar car Baş örtüsü, çarşaf

[50] YTS’DE: çentmek Kertmek, doğramak

[51] YTS’DE: çebiş çepiş Bir yaşında erkek keçi

[52] YTS’DE: çeynem, çignem, çiynem Bir kez çiğnenecek  kadar

[53] YTS’DE: çıgırmak  2. Davet etmek, çağırmak

[54] JTS’DE: çınçar Gürcücede özdeş  cincari kelimesinin anlamı “ısırgan otu”dur.(Lat. urtica. N. Marr, Arn. Çikobava, G. Klimoz, T. Gamkrelidze, G. Maçavariani  cincar– isim gövdesini genel Kartvel gövdesi gibi incelemektedirler. Bu Gürcüce isimden H. Vogt  cr- “kesmek” kökünü ayırarak onun tekrarlamasından (reduplicatio.cincar türemesini söylemektedir.

cincar Türkçe çeşidine Gürcücenin c>c-ya ve “ı” nominatif morfemi düşmüştür. Yukarıda gösterdiğimiz cıncar/çinçar çeşitlerinde de ufak fonetik değişiklikleri yer almıştır.

Gürcü ağızlarında geniş yayılmış cincar/cincar kelimesi Gürcüstanın komşuluğundaki Azerbaycan bölgelerinin Azerbaycan ağızlarında da yaşamaktadır. Bu olayı ilk defa S. Cinkaya kaydetmiştir. Öylece de Ermeni dilinin lehçelerine ve Oset diline de Gürcüce’den geçmiştir

[55] YTS’DE: çırtıboga Ötleğen kuşu

[56] JTS’DE: çıyan öylece Gürcüce ciani kelimenin Türkçe türüdür. ciani Gürcücede yukarıda anlattığımız cia- isim gövdesine , Türkçe -li morfemine uygun olan Gürcüce ian iyelik morfeminin eklenmesi ile türemiş kelimedir ki “kurtlu” demektir

[57] YTS’DE: çilemek Yağmur serpiştirmek

[58] YTS’DE: çimmekSuya girmek, banyo yapmak

[59] YTS’DE: çöpür Keçi kılı

[60] YTS’DE: taralmak İçi sıkılmak, patlayacak hale gelmek

[61] YTS’DE: degenek deyenek Değnek, sopa

[62] YTS’DE: degme1.Her, her bir, herhangi bir, gelişigüzel,  rastgele 2.Beğenilmiş, seçilmiş

[63] YTS’DE: dahra Bağ  ve ağaç  budamakta kullanılan orağa benzer bir aygıt

[64] YTS’DE: delüce Buğday  aralarında biten,  siyah acı bir bitki

[65] YTS’DE: dene Tane

[66] YTS’DE: desdegirmi Yusyuvarlak

[67] YTS’DE: deşmek Yarmak, yarıp açmak

[68] YTS’DE: deşilmek Yarılmak

[69] YTS’DE: digren Harmanda biçilmiş tahıl  saplarını toplamaya yarayan aygıt, diren

[70] YTS’DE: dişemek Değirmen taşına diş açmak

[71] YTS’DE: tolukmak dolukmak (Göz. yaşla dolmak, ağlayacak hale gelmek

[72] YTS’DE: döş Göğüs, sine

[73] YTS’DE: turulmak, durulmak Durulaşmak, duru hale gelmek

[74] YTS’DE: dügdü, dögdi Çekiç keser gibi  aygıtların bir şeyi döğmeye  ve  ezmeye yarayan  düz  ve yuvarlak tarafı

[75] YTS’DE: düge İki yaşında sığır

[76] YTS’DE: düglenmek Düğümlenmek

[77] YTS’DE: düşelek Hasılat,  gelir, kazanç, pay, hisse

[78] YTS’DE: egdi1.Ağaç oymakta kullanılan oluklu aygıt

[79] YTS’DE: egiş 2.Kurumuş  hamuru  ve hamur  bulaşığını tekneden kazımaya yarayan aygıt

[80] YTS’DE: eglenmek Vakit geçirmek, beklemek, kalmak, oyalanmak, durup dinlenmek

[81] YTS’DE: eksük Eksik

[82] YTS’DE: enik, enük Et yiyen  dört ayaklı  hayvanların yavrusu

[83] YTS’DE: eşinmek Eşilmek, kazılmak

[84] YTS’DE: eylük İyilik

[85] YTS’DE: ferik Piliç

[86] YTS’DE: fırfırı Ortasından delinmiş iki deliğe geçirilen iplik iki yana çekildikçe fırıl fırıl dönen ve değirmi  olarak kesilmiş kösele ya da tantadan yapılmış bir oyuncak

[87] YTS’DE: fırsant Fırsat

[88] YTS’DE: fışkı Süprüntü gübre dökülen yer

[89] YTS’DE: geçe Yan, taraf

[90] YTS’DE: gemTarım aygıtlarından döğen

[91] YTS’DE: gerneşmek Gerinmek

[92] YTS’DE: geven Baklagillerden  bir çalı ki bazı çeşitlerinden kitre denilen zamk çıkarılır

[93] YTS’DE: gögermek Morarmak,  yeşermek, bitki yapraklanmak

[94] YTS’DE: gözetmek 1.Gözetlemek, beklemek, bakmak, ummak.

[95] YTS’DE: gücük şubat ay

[96] YTS’DE: güleç -yüzlü Güler yüzlü

[97] YTS’DE: gögez, gögezi Laciverde yakın mavi renk

[98] YTS’DE: gıjlamak Keskin sert sesler çıkararak  saldırmak

[99] YTS’DE: hamlamak Hayvan uzun süre boş  durmakla  idmanını yitirmek

[100] YTS’DE: hışlamak Hışıltılı ses çıkarmak

[101] YTS’DE: horlamak Hor görmek

[102] YTS’DE: ıraklaşdurmak Uzaklaştırmak

[103] YTS’DE: ırgalanmakSallanmak, kımıldanmak, salınmak

[104] YTS’DE: ışkınFiliz, sürgün

[105] YTS’DE: ilinti Teğel, ilmik

[106] YTS’DE: ispir şahinden sonra avcı kuşların en güçlüsü ve değerlisi

[107] YTS’DE: işkillemek şüpheye düşürmek, şüphe vermek

[108] YTS’DE: itdirsegi Arpacık, gözkapağında çıkan siğilce

[109] YTS’DE: kaçmak Koşmak, seğirtmek

[110] YTS’DE: kaçgun kaçguncı, kaçkın, kaçkun, kaçkuncı Kaçak, firari

[111] YTS’DE: kak Elma, armut, kayısı gibi meyvaların kurusu

[112] YTS’DE: kahlamak Kurutmak, kadit halinde göstermek

[113] YTS’DE: karakura -düş Korkulu rüya, kâbus

[114] YTS’DE: katlanmak 1.dayanmak, tahammül etmek. 2. sabretmek, beklemek

[115] YTS’DE: kavut, kavut Kavrulmuş tahıl unu

[116] YTS’DE: kazımak Tırmalamak, tıraş etmek, kazımak

[117] YTS’DE: kekeç Kekeme, peltek, pepeme

[118] YTS’DE: kesek 1.parça, kıta

[119] JTS’DE: ketketi Gürcü dilinde iri sopa demektir. çikobava bu Gürcüce kelimeyi de Laz, Megrel ve Gürcü dillerine ortak olan bir söz gibi incelemiştir. Hr. Açaryan keti kelimesini özel Gürcüce sayarak Ermeni diline Gürcüceden geçme kelime olduğunu söylemektedir. Tanınmış Gürcü bilgini İlya Abuladze özdeş düşüncede bulunmuştur. Bu Gürcüce kelime ceti çeşidi ile Oset diline de girmiştir.

keti kelimesinin k, t  abruptivleri Türkçe şekline homorgan ve homogen tonsuz k, t konsonantlara geçmiş, “i” nominatif morfemi ise düşmüştür

[120] YTS’DE: kete Külde pişmiş çörek, şekerli çörek

[121] YTS’DE: gıjgırmak,  kıjgırmak, kıjgurmak,  kışgurmak Haykırmak, gürlemek, fışıltılı ses çıkarmak, haykırarak saldırmak

[122] JTS’DE: kıkı kıkı özdeş anlamı taşıyan Gürcüce qiqwi kelimesinin Türkçe çeşididir. Gürcücenin q abruptivi kalın k’ya dönerek Türkçede, incelik-kalınlık bakımından vokal-konsonant uyumu dolayısıyla kalın “k” iye ancak kalın vokaller bir arada bulunabildiği halde, Gürcücenin “i” ince vokalin yerini kalın “ı” almıştır. Bununla birlikte qiqvi’ de bulunan “v” konsonantı düşmüştür.

qiqw/çiqw Gürcü dilinde (yazı dilinde ve ağızlarında. geniş yayılmış kelimedir. O Klimov’a göre kartvel dillerine has olan sözlerdendir

[123] YTS’DE: kıran, kırak   1.Kenar, kıyı, uç, sınır

[124] YTS’DE: kırhlık kırhalık, kırkılık, kırklık Davar kırkma makası

[125] YTS’DE: kirkit Halıcılıkta düğümleri ve atkıları sıkIştıran tarak

[126] YTS’DE: kocalmak İhtiyarlamak

[127] YTS’DE: kocaltmak İhtiyarlatmak

[128] JTS’DE: kukul bu kelime Türkçede Gürcüce kukur/kokor sözün anlamdaş olduğu halde kullanılmaktadır.

Kartvel dilleri için ortak olan bugünkü Gürcüce kukur kelimeSİnin Laz dilinde kukul şekli olduğundan, onun Türkçeye lazcadan geçmiş olduğu fikrine geliriz. Bu defa da Gürcücenin k abruptivi Türkçeye uygun olan velar k’ya dönmüştür.

[129] YTS’DE: kulun kulun   Tay

[130] YTS’DE: kurmak 2. Tasarlamak

[131] YTS’DE: kursak, kursak1.Mide

[132] YTS’DE: kuskun, kuskun, kusgun Eyer, semer ve palanın arkasında bulunan ve hayvanın kuyruğunun altından geçirilen kuşak.

[133] YTS’DE: kuzlamak Doğurmak, yumurta yapmak, yumurtlamak

[134] YTS’DE: küciDokumacılıkta arIş ipliklerini aralayan iplik tarak

[135] YTS’DE: külek Tahta kova, gerdel

[136] YTS’DE: kürümek Kürek gibi bir şeyle atmak

[137] JTS’DE: laşlaş çağdaş Gürcücede kimi hayvan dudağı demektir. Bunun Gürcü ve Kartvel dillerine has bir kelime olduğu birçok araştırmalarda gösterilmiştir. Türkçede bu Gürcüce sözün eski ve daha geniş “dudak” anlamı saklanmIştır. Sulhan Saba Orbeliani’den elde ettiğimiz bilgiye göre “laş” eski Gürcücede “adamın aşağı dudağı” demek idi. Gamkrelidze ile Maçavariani laş kelimesinin Gürcüce loşn- “ıslak dudaklarla öpmek” fiil gövdesi ile ilgili olduğunu açıklamaktadırlar. Özdeş laş- isim gövdesinden türemiş olanlardan laşlaşi “gevezelik”, laşlaş- -çene çalmak ve loşloşi “oburca yemek” sözleri de gösterebiliriz. Eski Gürcücede loş-/loşn- fiil gövdeleri “yalamak, yalayıp yemek” anlamla kullanılırdı

[138] YTS’DE: leçek(Far. Üç köşeli kadın baş örtüsü

[139] YTS’DE: dövülmüş, fakat samanından ayrılmamış saman

[140] JTS’DE: mimilobibil,mimilo de bir Gürcüce söz bibilo “ibik” in fonetik çeşitleridir.

bibil- isim gövdesi kartvel dillerinde ve bütün ağızlarında yayılmış özel Gürcücedir. “o” sonsesli mimilo   çeşidi ise , Gürcüce sözün tam şekli olarak , Türkçede b>m değişiklikle yer almıştır

[141] JTS’DE: napızarnapuzari Gürcücede puze “temel” kelimesinin puz- gövdesinden na- ı önekle yapılmış gerundium partisiptir ki, Gürcücede de “gübrelenmiş ve kuvvetli toprak” anlamını taşımaktadır. napuzari ‘ nin harfiyen anlamı “geçmişte ev olan yer” demektir. Türkçede yer almış fonetik değişimi yalnız nominatif morfemin düşmesinde kendini göstermiştir.

[142] JTS’DE: nezürgGürcüce nazurgi “birbirine yanyana gelen evleklerin çıkıntılı kısmı”.

nazurgi Gürcüce zurgi “sırt” sözünden na- önekle yapılmış gerundium partisiptir. Bu Gürcüce kelime Türkçeye “i” nominatif morfemiyle girerek “i” ince vokal ilerideki a,u kalın vokalleri kendisine benzettiğinden onların incelmesine yol açmıştır. Bu fonetik hadiseye sözün gövdesinde bulunan z ile g ince konsonları da yardım ederek Gürcücedeki a,u kalın vokalleri, ü ince vokallerine geçmiştirler (gerileyici benzeşme..

[143] JTS’DE: niqart Türkçe karşılığında Gürcücenin “i” nominatif morfemi düşmüştür; k ile t abruptifleri  homogen ve homorgan k ile t tonsuz konsonlara geçmiştir. şavşat’ın Yavuzköy Köyünde kullanılan  nikart türünde ise birinci hecenin ince “i” vokali ikinci hecedeki kalın a ya benzeyerek , kalın “ı” vokaline dönmüştür (gerileyici benzeşme..

nikart – eski Gürcü şekli olarak Gürcü ve Svan dilleri için ortak olan kelimedir. Çağdaş Gürcü yazı dilinde ve bazı ağızlarında yerini  niskart şekli alarak, bazı ağızlarında ise Türkçede olduğu gibi nikart çeşidi saklanmıştır.

Klimov,  Gamkrelidze ve Maçavariani yukarıda gösterdiğimiz çalışmalarında, ni- önekini ayırarak bu kelimenin gövdesini bütün Kartvel dillerinde kullanılan kort- “gagalama” fiil gövdesine bağlı olduğunu incelemiştir.

[144] YTS’DE: ogulluk, ogulluk Üvey oğul, evlatlık.

[145] YTS’DE: otarmak Hayvanları yaymak, otlatmak, doyurmak..

[146] YTS’DE: ögeç, öveç İki, üç yaşlarında erkek koyun ve keçi.

[147] YTS’DE: ölümcül Ölüm halinde bulunan.

[148] YTS’DE: örtme1.Evin önündeki üstü kapalı sofa, sundurma.

[149] JTS’DE: pepela Bu kelime Gürcüce pepela sözünün Türkçe fonetik çeşidi olmuştur. Gürcüce kelimenin iki p abruptif’tan önses “p” homorgan ve homogen tonlu “b” ya, içses p ise homorgan ve homogen, yalnız tonsuz “p” konsonuna geçmiştir.

Klimov, genel Kartvel dillerine has olan pepela kelimesinin arketipini “perper”formatında görerek onu *per- “uçmak” fiil gövdesinin tekrarlamasından (reduplicatio) türemesini açıklamaktadır.

[150] YTS’DE: pıskırmak Hapşırmak.

[151] YTS’DE: pisi, büsük, pisik, püsük kedi.

[152] JTS’DE: porcxi/porcxi/pocxi Gürcücede ağaç veya demir tırmık demektir. Bu kelime Kartvel dilleri için ortak isimdir. Açaryan’dan elde ettiğimiz malumata göre Ermeni dili pocxi sözünü Gürcüceden almıştır.

[153] YTS’DE: pus, pus Sis, duman.

[154] YTS’DE: pürçek1.Alından ve şakaklardan sarkan saç, kâkül.

[155] YTS’DE: saklamak, saklamak sahlamak, sahlamak Muhafaza etmek, sakınmak, korumak, esirgemek..

[156] YTS’DE: salma, salma Başıboş, yularsız, serbest.

[157] YTS’DE: sancılmak, sancılmak 1.Batmak, saplanmak..

[158] YTS’DE: sançmak, sançmak Saplamak.

[159] JTS’DE: sartumel sastumel / sastunal Gürcücede 1. başın altına konan şey ve 2. yatağın başucu demektir. Bu kelimenin fonetik çeşidi sartumal Gürcü dilinin batı ağızlarında yayılmış ve “başın altına konan tahta veya benzeri”

sastunal ‘ın Kartvel dillerine ortak bir söz olduğu Klimov tarafından gösterilmiştir. Gamkrelidze ile Maçavariani bu sözün taw “baş” kelimesinden türemesini açıklamaktadır.

[160] YTS’DE: savmak, savmak 1. Geçiştirmek, defetmek, bastırmak, atlatmak, uzaklaştırmak, gidermek, bertaraf etmek.

[161] YTS’DE: savak,savacak Bir yere yollanacak suyu biriktirmek için önüne konulan tahta ya da bu tahtaların kapattığı oluk ağzı, delik.

[162] YTS’DE: salaca salaça Sedye, tabut.

[163] YTS’DE: sınuk, sınuk, sınık, sınık 1.Kırık.

(sınıkçı =   kırık çıkık bağlayan).

[164] YTS’DE: sırımak Sağlamca dikmek.

[165] JTS’DE: soçbu Gürcüce sözün şekli Türkçesinde tamam ile saklanmış yalnız c dil-diş abruptivi Türkçede homorgan, ancak heterogen, sürekli s-ya geçmiştir..

Açaryan Gürcücede bu kelimenin Ermeniceden geçtiği fikrinde olduğu halde Abayev ve Tedeeva, Oset diline onun Gürcüceden girdiğini açıklamaktadırlar. Türkçede soçun Gürcüce’den alınma olduğunu, bu kelimenin yayıldığı alan Artvin de tasdik etmektedir. Türk ağızlarında c damak-diş abruptivinin homorgan ve homogon çkonsonantı almıştır.   .

[166] JTS’DE: soçeçel< Gürc. saceceli “yün tarama aygıtı”

Bu Gürcüce söz, Türkçede yalnız ufak fonetik değişime (düz kalın a vokalinin yuvarlak kalın o vokaline geçmesi ve nominatif morfemin düşmesi değişikliğine uğramııştır.

Gürcüce saçeçel– kelimesi cec- “yün taramak” fiil kökünden sa- önek ve -el sonekiyle yapılmış aygıtı gösteren isimdir.

[167] JTS’DE: soko Klimov, Gürcüce soko/zoko kelimelerinin Kartvel dillerine ortak olduğunu ve Ermenice ile Osetçeye Gürcüceden girdiğini incelemiştir. Öylece Abayev ve Tedeeva Oset dilinde zoko/kozo/soko kelimenin çeşitleri gibi araştırıyorlar.

[168] JTS’DE: sonat Gürcücede bu kelime nat- “ışıklandırmak” fiil gövdesine sa- öneki ekleyerek yapılmıştır. soçeçel de olduğu gibi, başta bulunan sa- komplekste a>o değişimi türemiştir. Gürcüce’nin “i” nominatif morfemi Türkçede bu defada düşmüştür.

[169] YTS’DE: soymak Derisini yüzmek.

[170] YTS’DE: sulı Taze, solmamış.

[171] YTS’DE: suvarmak Sulamak, su vermek.

[172] YTS’DE: süzek, süzgi, süzgü  1.Süzgeç. 2.Testinin ağzına bağlanan tülbent.

[173] YTS’DE: şişek İki yaşında koyun.

[174] YTS’DE: şulallamak, şuvallamak Dikişi iri dikmek, iri dikiş dikmek.

[175][175]  YTS’DE: tabak Sıcaktan ya da taşlık yerde yürümekten hayvanın ayağında olan yara.

[176] YTS’DE: taban, taban1.Ekincilerin tohumu örtmek ve toprağı düzlemek için tarlaya gezdirdikleri ağaç ya da demir.

[177] YTS’DE: taplamak El ile yavaş yavaş üzerine vurmak.

[178] YTS’DE: depretmek Kımıldatmak,  sarsmak,  harekete geçirmek.

[179] YTS’DE: tepir İçinde tahılı savurarak yabancı maddelerden temizlemek için kullanılan kenarları kasnaklı, önü açık yarım daire biçiminde tahta tabla.

[180] YTS’DE: terek2.raf.

[181] YTS’DE: tezikmek Sıçramak.

[182] YTS’DE: tınmak dınmak Ses çıkarmak, söylemek.

YTS   =  tınmamak dınmamak ses çıkarmamak, söylememek.

[183] YTS’DE: tazıkmak Koşup sıçramak..

[184] YTS’DE: dike tike Kuşbaşı büğüklüğündeki et parçası.

[185] YTS’DE: toklı, toklı tohlu, toklu Bir yaşında erkek koyun.

[186] YTS’DE: tomruk, tomruk Kütük, ağaç kütüğü.

[187] JTS’DE: toti Çağdaş Gürcücede başka anlamlarla birlikte “hayvan ön ayakları” manasını da taşımaktadır. Eski Gürcücede bu sözün asıl anlamı “hayvanların ön ayakları” idi. Klimov, bu sözün genel Kartvel kelimesi olduğunu açıklamaktadır. Türkçede t>t ve nominatif eki düşmüştür.

[188] YTS’DE: tozmak, tozmak Toz halinde savrulmak, toz gibi savrulmak.

[189] YTS’DE: tuluk, tuluk tulum.

[190] YTS’DE: tuman, tuman tumman  1.Don 2.Pehlivan kispeti.

[191] YTS’DE: ufaklamak ufaltmak.

[192] YTS’DE: ufanuk Kırık, ufanmış.

[193] YTS’DE: ufatmak Kırmak, parçalamak.

[194] YTS’DE: omaç İçine ekmek, peynir soğan ve bazan yağ, pekmez kavrulup yoğrularak yapılan bir yemek.

[195] YTS’DE: urva, uvra Yufka açılırken hamur tahtaya yapışmasın diye altına saçılan un.

[196] YTS’DE: utangan Çok utangaç, sıkılgan.

[197] YTS’DE: uyatmak1.Uyandırmak, irşat etmek, ikaz etmek.

[198] YTS’DE: uylaşmak Birbiriyle uyuşmak, uzlaşmak.

[199] YTS’DE: uyuzlu Uyuz, uyuz hastalığına yakalanmış olan.

[200] YTS’DE: üstünköyiÜstünkörü.

[201] YTS’DE: üzgeç Yüzgeç.

[202] YTS’DE: var4.Servet, mal, varlık.

[203] YTS’DE: vurmak (Yakı) yapıştırmak.

[204] YTS’DE: yagır1.Hayvanların sırtında çıkan yara.

[205] YTS’DE: yahşı yahşi, yakşı İyi, güzel.

[206] YTS’DE: yal köpeğe verilen yiyecek.

[207] YTS’DE: yalanlamak yalannamak Tekzip etmek, yalan ya da yalancı olduğunu söylemek.

[208] YTS’DE: yavşak Bit yavrusu.

[209] YTS’DE: yegnicek Hafif, pekhafif.

[210] YTS’DE: yenişmek Yarışmak, müsabaka etmek.

[211] YTS’DE: yıganak, yıgınak, yıgnak Toplantı, küme, yığın,yığılmış insan kalabalığı.

[212] YTS’DE: yonmak1. Yontmak, tıraş etmek.

[213] YTS’DE: yondurmak Yontturmak.

[214] YTS’DE: yordam Kılık, kıyafet.

[215] YTS’DE: yuhaYufka, ince.

[216] YTS’DE: yengül, yünül Yeyni, hafif.

[217] YTS’DE: zibil Gübre, süprüntü.

One thought on “ŞAVŞAT YÖRESİNDEN DERLENEN KELİMELER

Bir yanıt yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.