Ardına hiç bakmadan gidenlerle boynu ardında kalarak gidenler,
sessizce gidenlerle el sallayarak gidenler, dönmek için gidenlerle bir daha asla dönmeyeceğini bilerek gidenler,
Her şeyini kaybederek gidenlerle her şeyini kazanmak için gidenler,
Bir bakış, bir gülüş, bir susuş, bir hüzün bırakıp gidenlerle,
Bir yara açıp içinizi kanırtarak gidenler.
Sahi gidenler neyi götürür bizden?
Bazen tutunduğumuz her şeyi.
Bazen biriktirdiğimiz her şeyi.
Bazen son bulduğunuz yerde değil, ilk kaybettiğiniz yerden itibaren hayatınızı peşinden sürükleyerek alıp götürür gidenler.
Bir de size bıraktıkları vardır gidenlerin.
Gökle yer arasında uçsuz bucaksız bir boşluk.
Göğüs kafesinize koca bir dağ gibi oturmuş umarsız, aldırışsız hüzün.
Kıyılarda sürüklediğiniz bir beden. Kalabalık sokaklarda, caddelerde uğultusu kulakları sağır eden insan seli içinde yapayalnız siz.
Bir anneden kopan çekirdek gibi kalırsınız. Bir Eylülün üstünden usul usul geçerken sarartıp bıraktığı begonya yaprağı gibi kalırsınız.
Bir kapta suyu süzülmüş kül rengi tortular gibi kalırsınız. Gidenler gidince ne kalır ki geriye?
Kimi zaman gidenlerin ardından gökyüzüne bakakalırım ben. Uçurtmasının ipi kopmuş yetim bir çocuk gibi. Kimi zamanda bir darağacında kalmış son tebessüm gibi kalırım gidenin ardından.
Akşam olur.
Güneş batmak üzeredir. Güneş süzülür nazlı nazlı, akar gider dağların ardına, bilinmez dünyalara. Ardından hüzün dolu gözlerle bakakalırız. Batarken, ufku al kanlara boyayıp usul usul alçaldıkça bizim farkımızda mıdır güneş acaba?
Peşinden, binlerce, milyonlarca göz onun gidişini, bizden kopuşunu, bizi karanlıklara terk edip ayrılışını ağır bir hüzünle izlerken, o, bunu biliyor mu dersiniz?
Bilseydi bırakıp gider miydi
Kim bilir?
___________________________________________________________________________________________
Ferman KARAÇAM