Halk Hikayeleri

Hikâye türünün en eski örnekleri olan ve destandan modern hikâyeye geçişi sağlayan anonim eserlerdir. Türk edebiyatı verimleri içinde 16.asırdan itibaren görülmeye başlanan, genellikle âşıklar tarafından nazım-nesir (şiir-düz yazı) karışık bir ifade tarzı ile dinleyicilere karşı anlatılarak nesilden nesile intikal eden, yer yer masal ve destan özellikleri gösteren hikâyelerdir.

Halk Hikâyelerinin Genel Özellikleri

Genellikle aşk konusunun işlendiği halk hikâyelerinde zaman zaman kahramanlık konularıyla dini konuların işlendiği de görülmüştür.

Nazım – nesir karışık olarak anlatılan bu hikâyelerin gelişip yayılmasında saz şairlerinin önemli bir fonksiyonu vardır.

Türk edebiyatında bu özelliğe sahip ilk örnek Dede Korkut Hikâyeleridir.

 

Halk hikâyeleri destanlardan şu yönleriyle ayrılırlar:

  • Mutlaka tarihi bir vakaya dayanmaması,
  • Nazım-nesir karışık oluşu ve zamanla nesir kısmının ağırlık kazanması,
  • Şahısların ve olayların anlatımında takınılan gerçekçi tavır,
  • Kahramanlıktan çok aşk maceralarına yer verilmesi,
  • Destanlarda yer alan olaylar kesin bir sonla bitmediği halde halk hikayelerinde kesin bir sonun bulunması, halk hikayelerinde söz konusu edilen olayların ve kişilerin oldukça azalması,
  • Topluluk karşısında anlatılmaları,
  • Hikâyedeki manzum kısımların genellikle saz eşliğinde dile getirilmesi,
  • Değişik bir anlatılma üslup ve geleneğinin olması,
  • Belli yerlerinde tekerleme adı verilen belli söz kalıplarının bulunması gibi hususlarda ayrılmaktadır.

Ayrıca destanlar belli bir daire teşkil ederler. Hikâyelerde, özellikle aşk maceralarını işleyenlerde böyle bir daire söz konusu değildir.

Hikâyenin kahramanı âşık olur, sevgilisine kavuşma yolunda çeşitli maceralara girer, sonunda kavuşur veya kavuşamaz ama hikaye de orada biter. Destanlarda böyle kesin bir son mevcut değildir. Destanlara en yakın duran Köroğlu ve Dede Korkut Hikayeleri’nde böyle bir tesir görülmektedir.

Halk hikayelerinde anlatılan ilişkiler, toplum içi olup, fertler ve tabakalar arasında cereyan eder.

Hikâyelerde olağanüstü özellikler epeyce azalmıştır.

Halk hikâyeleri, Perten Naili Boratav’a göre destandan romana geçiştir.

Hikâyeler masallara göre oldukça uzundur. Özellikle koşma şeklinde söylenen şiirler duyguyu yoğunlaştırmaya yarar.

Halk hikâyeleri daha çok âşıklar tarafından kahvelerde, düğün ve benzeri toplantılarda erkeklere hitap eder.

Halk hikâyelerinin destan döneminin kapanmasından sonra ortaya çıktığı kanaati yaygındır. Nitekim Türk edebiyatında halk hikayelerinin en eski örneği sayılan Dede Korkut Hikayeleri de destandan halk hikayeciliğine geçiş dönemi ürünü olarak kabul edilmektedir.10. yy’ dan itibaren halk hikayelerinin belki de destandan boşalan yeri doldurmak üzere ortaya çıktığı söylenebilir. (Koz M. Sabri, 1981)

Aşk ve kahramanlık konularının çokça işlendiği halk hikayelerinin gerçek hayat olaylarından ayrılan, kendilerine göre bir mantık örgüsü vardır. Bu mantık idealist ölçüler göre şekillenmiş bir hayat anlayışını savunur. Bunun sonucu hikaye kahramanı idealist bir kişiliğe sahiptir. Son olarak şunu unutmamak gerekir ki; kendi içinde tutarlı bir mantığa dayanmak şartıyla halk hikayelerinde olmayacak şey yoktur.

Halk anlatılarının önemli bir türü olan halk hikayeleri, batıda ve bizde üretiliş tarz ve biçimi belirli bir tür olarak ele alınmış ve diğer anlatı türleri ile karşılaştırmalı olarak incelenmiştir.

Halk hikayelerinde de bu anlatım ananesi devam etmekle beraber mühim bazı farklar onu destandan ayırır. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:

  1. a) Tarihi bir olayın olması şart değildir.
  2. b) Nazım-Nesir karışıktır. Zamanla nesir nazıma üstünlük kazanmıştır.
  3. c) Şahısları ve olayların anlatılmasında realist, çizgilere daha çok yer verilmiştir.
  4. d) Kahramanlıktan çok aşk maceraları konunun ağırlığını teşkil etmektedir.

Konuları Bakımından Halk Hikayeleri:

  • Aşk Hikayeleri
  • Kahramanlık Hikayeleri
  • Aşk ve Kahramanlık Hikayeleri

Coğrafi Yayılışları Bakımından Halk Hikayeleri:

  • Anadolu’da Bilinen Halk Hikâyeleri
  • Türk Dünyasının Bir Bölümünde Bilinen Halk Hikâyeleri
  • Türk Dünyasının Genelinde Bilinen Halk Hikâyeleri

Çeşitli ve sayıları pek çok olan Anadolu Halk Hikâyeleri, çok değişik kaynaklardan gelmişlerdir. Bunlar arasında, kökleri binlerce yıl önceki Türk tarihinin derinliklerinde olanlar bulunduğu gibi, yeni olaylardan doğanlar veya yabancı kültürden aktarılanlar da vardır.

 

Halk hikayelerini aşağıdaki türlere ayırabiliriz:

  • Destanlar ve Destanımsılar
  • Tarihler ve Menkıbeler
  • Aşk Hikayeleri
  • Masallar, Fıkralar ve Efsaneler

1) Destanlar ve Destanımsılar

Destan, kelime anlamı olarak Epos demektir; destanın diğer bir türü olan âşık şiirinde tamamen farklıdır. Destanın başlıca niteliği uzun soluklu bir anlatım olmasıdır. Örneğin Oğuzlardan bize kalmış Dede Korkut Kitabı adlı destan, dresden yazmasında 12 boy ve 300 sayfalık bir metindir. Kırgızların Manas Destanı ortalama olarak 90.000 dize tutar. Görüldüğü gibi destanlar en uzun halk edebiyatı türlerindendir.

Destanlar çoğunlukla nazımla düzenlenmiştir. Aynı diğer halk edebiyatı türlerinde olduğu gibi destanda da söz, ezgi ve seyirlik anlatım biçimi kullanılmaktadır. Bütün bunların dışında destanlar ölçülü söz biçiminde söylenmiş, yani ölçü kullanılmıştır. Destanlarda anlatılanlar kahramanlık hikayeleri ve doğa üstü varlıkların geçtiği olaylardır.

Destanlar ulusların yazı öncesi çağlarında oluşmuş ve gelişmiş yapıtlardır. Destanlar da, o çağlarda insanları yaratılış, tanrılar, hem de toplumun geçmişine dair bilgiler vemek amacıyla yazılırdı. bu yüzden destanlar konuları bakımından iki grupta toplanır.

1) Kozmogoni ve mitoloji konuları – Tanrılar ve evrenin yaratılışını inceler

2) Ulusun geçmişindeki önemli olaylar ve büyük önderler

Destanların günümüze kattıkları, geleneklerimiz, göreneklerimiz ve tarihimiz hakkında verdiği bilgilerdir.En önemlileri: Oğuz Destanı, Dede korkut hikayeleri, Ergenekon Destanı

 

2) Tarihler ve Menkıbeler

Önemli bazı tarih olayları, halk arasında, hikaye şekline dökülerek anlatılır. Ağızdan ağıza dolaşan bu hikayeler, zaman geçtikçe, asıl hallerinden uzaklaşırlar. Bunlar, zaman zaman, kimlikleri bilinmeyen kişiler tarafından yazıya geçirilir. Anlatılan tarihi olay, eski çağlara doğru uzaklaştıkça, hayalle beslenerek destana masala doğru kaymaya başlar. Bu kayma, olaylar yazıya üstünden uzun süre geçtikten sonra geçirildiği zaman görülür.

“Tevarih-i Al-i Osman” (Osmanoğulları Tarihleri) adlı eser, olaylar yaşandığından çok kısa bir süre sonra yazıya geçirildiği için esasına bağlı kalmıştır. Olağan üstü olaylarla bezenen eserler de, İslam tarihinde görülmektedir: “Seyyid Battal Gazi”, “Cafer-i Tayyar”, “Hz. Ali’nin Cenkleri” gibi.

3) Aşk Hikayeleri

Aşk hikayelerinin kahramanı bir aşıktır. Türk halkı şiire ve şaire karşı büyük saygı duyduğu için, birçok saz şairinin hayatlarını acı-tatlı olaylarla süsleyerrek hikaye etmişlerdir. Kimi aşıklar da bu halk geleneğine uyarak, kendi hayatlarından kendi aşklarından söz eden hikayeler düzenlemişlerdir.

Bir saz şairinin hayatı çevresinde doğan hikayelerin en tanınmışları: Köroğlu, Aşık Kerem, Aşık Garip’tir.

Köroğlu’ndan bir örnek:

Dinleyin ağalar dinleyin beyler

Sorarım bunları birgün olur ki

Adam olup koç bir ata binmişim

Kırarım belleri bir gün olur ki

Ben yükümü dağ başında çözersem

Sıra sıra koç yiğidi dizersem

Yiğitler elinde bade süzersem

Ararım bunları bir gün olur ki

4) Masallar, Fıkralar ve Efsaneler:

Masallar nesirle söylenmiş, dinlik ve büyülük inanışlardan ve törelerden bağımsız, tamamiyle hayal ürünü, gerçekle ilgisiz ve anlattıklarında inandırmak iddiası olmayan, kısa bir anlatıdır. Ancak, masalı sadece “olağanüstü” olayları konu eden yazı biçimi olarak tanımlamak da hata olur, çünkü hayal ürünü olup olağanüstü olmayan masallar da vardır.

Masalı hikâye, destan ve efsaneden ayıran başlıca özellik, masalın, gerek olağanüstü, gerek gerçek hayattan alınma olayları, hayal ürünüymüş gibi anlatmasıdır.

Fıkra terimi, genelde, fıkra, latife, nükte ve birçok hallerde sadece hikâye anlatılarına verilen genel addır. Fıkralarda kısa ve yoğun bir anlatım tekniği kullanılır. Bu anlatı biçimi, halk edebiyatında, gerek sözlü, gerek yazılı olsun, bir hazine değerindedir ancak tam olarak derlenmiş, sınıflanmış ve incelenmiş olmadıkları için bu hikâyelerden yeterince yararlanılamaz.

Efsaneyi, diğer anlatım türlerinden farklı kılan efsanenin geçmiş hakkında söylediğinin gerçek olarak kabul edilmesidir. Efsaneler gerçek niteliktedir. Diğer bir anlatım farkı ise, efsanelerin günlük anlatım diliyle, üslupsuz, düz yazı biçiminde yazılmış olmasıdır. Bir destan parçası karmaşık ve uzun soluklu anlatı bütününden kopup, kendine özgü üslup niteliklerini yitirince, sadece olağanüstü yönleriyle bir kişiyi ya da bir olayı bildirmek göreviyle sınırlanınca “efsane” olur.

Halk Hikâyelerine İlişkin Bazı Kavramlar

Kara Hikâye: İçinde manzum parça olmayan hikâyelere kara hikâye denir.

Serküşte/ Bozlak /Kaside: Kısa, bir türküye bağlı olarak anlatılan hikâyelere Kuzeydoğu Anadolu’da serküşte ya da kaside denir. Bunlar basit yapılı birkaç türküden oluşan hikâyelerdir. Bu hikâyelere Güney Anadolu’da bozlak denir.

Hikâyeli türkü:  Bir türküye bağlı olarak anlatılan hikâyelere hikâyeli türkü denir. Bir hikâyeye bağlı olarak söylenen türkülere türkülü hikâye denir.

Peşrev: Azerbaycan ve İranlı âşıklar hikayede yer alan her bir türkünün ardından hikayedeki konuya uygun bir mani okurlar. Buna türkülerin peşrevi adı verilir.

Karavelli: Halk hikâyelerinin anlatıldığı hikâyeler arasında kısa, mensur, ibret verici veya güldürücü hikâyelere karavelli denir.

Duvakkapma: Halk hikâyelerinin sonunda âşık ve maşuğun kavuşturulmasından sonra söylenen genellikle muhammes ve müseddes türünde şen, şakrak neşeli güzellemelere verilen addır.

Sersuhane: Halk hikâyesi, anlatılmaya başlanmadan önce söylenen mensur ve manzum parçalara verilen addır.

Selçuk: Saz meclislerinde âşığın kendi şiirlerini okumadan önce yahut bir hikâyeyi anlatmaya başlamadan önce fikrî, mistik hatta didaktik tarzda söylediği manzum üründür.

 

Halk Hikâyelerinin İçerik Özellikleri

Konu genellikle aşktır.

Aşk Konulu Halk Hikâyeleri

  • Derdiyok ile Zülfü Siyah
  • Tahir ile Zühre
  • Ercişli Emrah
  • Arzu ile Kamber
  • Aşık Garip
  • Karacaoğlan ile İsmikan Sultan

Kahramanlık Konulu Aşk Hikâyeleri

  • Köroğlu
  • Kaçak Nebi

Aşk ve Kahramanlık Konulu Halk Hikâyeleri

  • Kirmanşah
  • Yaralı Mahmut
  • Şah İsmail
  • Bey Böyrek

Bazı Halk Hikâyeleri Örnekleri:

FERHAT İLE ŞİRİN

Mehmene Bânu kız kardeşi Şirin için bir köşk yaptırmak ister. Köşkü süsleme işini o yörenin en usta süslemecisi (nakkaş) Ferhat’a verirler. Ferhat, çalışırken Şirin’i görür ve ona âşık olur. Mehmene Bânu da Ferhat’ı sevmektedir. Bu nedenle Şirin’le evlenmesini istemez, karşı çıkar. Ferhat bir gezi sırasında Amasya kentinin hükümdarı Hürmüz Şah ile tanışır. Hürmüz Şah Ferhat’ın başına gelenleri dinleyince onu yanına alır. Birlikte Erzen’e giderler. Hürmüz Şah, Şirin’i Ferhat için Mehmene Bânu’dan ister. Mehmene Bânu karşı çıkınca iki hükümdar birbirlerine savaş açarlar. Savaş sırasında Hürmüz Şah’ın oğlu da Şirin’e âşık olur. Savaş sonunda yenilen Mehmene Bânu her şeyi bırakarak kaçar. Şirin Amasya’ya getirilir. Oğlunun da Şirin’e âşık olduğunu öğrenen Hürmüz Şah güç durumda kalır. En sonunda Ferhat’a başarılması güç bir iş verir ve bu işi başarması koşuluyla Şirin’e kavuşabileceğini söyler.

Ferhat, Amasya yakınlarındaki bir dağı delecek ve kente oradan su getirecektir. Ancak bu işi başarırsa Şirin’le evlenebilecektir. Ferhat büyük bir coşku ile işe koyulur ve bir süre sonra işin sonuna yaklaşır. Ferhat’ın bu işi başaracağını anlayan Hürmüz Şah, çalıştığı bir dağda Ferhat’a yaşlı bir kadınla Şirin’in öldüğü haberini yollar. Bu yalan habere inanan Ferhat, Şirin’in ölüm acısına dayanamaz ve dağları deldiği gürzünü canına kıymak amacıyla havaya fırlatır ve yere düşen gürzün altında kalarak ölür.

Ferhat’ın ölüm haberini alan Şirin de bir hançerle kendini öldürür, iki sevgiliyi yan yana gömerler. Söylenceye göre; her bahar Ferhat’ın mezarı üstünde kırmızı, Şirin’in mezarı üstünde beyaz bir gül ve aralarında da bir diken çıkmaktadır.

ARZU İLE KAMBER

Bir eşkıya baskınından sağ kurtulan tek çocuk olan Kamber’i evlatlık olarak büyüten ailenin Arzu ismini verdikleri bir kızları olur. Çocuklar büyüdüklerinde birbirlerine âşık olurlar. Ama Arzu’nun kötü yürekli annesi buna engel olur. Kamber kederinden dağlara düşer. Arzu zorla bir zenginle evlendirilir ancak Arzu adamı kendisine yaklaştırmaz. Bunun üzerine adam üzüntüsünden ölür. Günün birinde Arzu ile Kamber birbirlerini bulur. Arzu’nun annesi buna engel olmak ister. Ancak gençlerin etrafı suyla çevrili olduğundan yanlarına yaklaşamaz. Bu sırada iki gencin göğsünden birer güvercin havalanarak uçar. Âşıklar orada ruhlarını teslim ederler.

Türkler arasında çok yaygın bir aşk öyküsü olan Arzu ile Kamber, Anadolu, Rumeli, Azerbaycan, Türkistan ve Irak’ta (Kerkük) dilden dile dolaşır. Hikâyenin taş baskısı ve yazma nüshaları vardır. Hikâye Karagöz oyununa ve sinema filmlerine konu olmuştur.

KEREM İLE ASLI

Bir zamanlar yaşlı bir İsfahan Padişahı, mirasını bırakacak bir erkek evladı olmadığı için üzülmektedir. Padişahın “Keşiş” diye hitap ettiği Ermeni bir yardımcısı vardır. Keşiş padişah için bir elma ağacı diktirtir ve senesinde padişahın herkesi kıskandıracak derecede yakışıklı bir erkek evladı dünyaya gelir. Bu çocuğa yiğitliği ve mertliği dolayısı ile Kerem adı verilir.

Keşişin de Aslı adında dünyalar güzeli bir kızı vardır. Bu iki genç çocukluklarını beraber geçirirler. Gençler birbirlerine âşık olur. Ancak Aslı’nın ailesi din farkı nedeniyle kızlarını Kerem’e vermemek için kaçırırlar. Kerem’in Sofu adında bir arkadaşı vardır. Kerem bir gün Sofu’yla gezerken Aslı’yla karşılaşır. Kerem’in nutku tutulur ve bir daha konuşamaz. Bir süre sonra Aslı ortadan kaybolur. Kerem Aslı’yı bulmak için yollara düşer. Yolda karşısına çıkan herkese Aslı’yı sorar. Yolda karşılaştığı kızları Aslı’ya benzetir. Bir gün Sofu Kerem’in yanına gelir. Kerem’e, Aslı’nın başkasıyla evleneceğini söyler. Kerem bunu duyar duymaz Aslı’nın evine gider. Aslı ile Kerem o gece evlenirler.

Keşiş düğün sırasında Kerem’e büyü yapar, düğünden sonra Kerem ile Aslı yorgun bir şekilde evlerine dönerler. Kerem üstündeki mintanı çıkarmak için düğmeleri açar fakat düğmeler tekrar iliklenir. Daha sonra Kerem birkaç kez mintanı çıkarmayı denese de başaramaz. Yorgunluktan bir “Ah” çeken Kerem ağzından yayılan ateşle yanmaya başlar.

Aslı Kerem’i söndürmek için ona su verir fakat bu sefer ateş daha da güçlenir. Birkaç dakika içinde Kerem yanmaktan kül olur. Aslı da Kerem’in küllerini saçları ile süpürürken alev alır ve yanar. Böylece iki âşık öldükten sonra külleri ile birbirlerine kavuşur.

TAHİR İLE ZÜHRE

Bir zamanlar bir ülkenin padişahının ve vezirinin çocukları olmamaktadır. Bir derviş; bu padişah ve vezirin derdini anlar ve koynundan çıkardığı bir elmayı ikiye bölüp onlara verir. Dokuz ay on gün sonra padişahın bir kızı, vezirin de bir oğlu olur. Erkeğe Tahir, kıza Zühre adını verirler. Birbirine âşık olan gençlerin evliliğine Zühre’nin annesi karşı çıkar. Padişaha, Belli Boncuk adlı büyücüden aldığı büyülü şerbeti içirerek onu da Tahir’den soğutur. Padişah, Tahir’i saraydan kovar.

Tahir, bir gün bahçıvanbaşıyla karşılaşır. Bahçıvanbaşıdan Zühre’nin Billur Köşk’te olduğunu öğrenir ve oraya gider. Karadiken bunları görünce padişaha haber verir. Padişah da Tahirii yakalatıp Mardin Kalesi’ne hapse gönderir. Buradan kurtulan Tahirii, padişah bir sandığa hapsedip Şat Nehri’ne atar. Şat Nehri kenarında hüküm süren çöl beyinin üç kızı Zühre’nin arkadaşıdır. Tahirie âşık olan üç kız onu kurtarır. Bu sırada Zühre, bir padişaha verilmiştir, düğün hazırlıkları yapılmaktadır. Tahir, saz şairi kılığına girerek düğün evine varır. Burada herkesle mâni atışmaları yapar, onunla kimse baş edemez. Zühre burada Tahir’i görür ve çok sevinir. Kaçmaya karar verirler. Ama Karadiken onları görür ve her zamanki gibi padişaha haber verir. Tahir yine yakalanır.

Padişah ondan, “içinde Zühre geçmeyecek bir türkü söylemesini” ister. Ama o bunu yapamaz. Padişah da Tahir’i parça parça ettirir. Zühre de Tahir’in yanı başında can verir. Zühre’ye âşık olan ve bunca kötülüğü bunun için yapan Karadiken de kendisini öldürür.

 

Tahir ile Zühre’yi yan yana mezarlara koyarlar. Başuçlarına da Karadiken adlı köle gömülür. Zühre’nin mezarının üstünde bir pembe gül, Tahir’in mezarının üzerinde ise bir kırmızı gül biter. Karadiken’in mezarında ise kara bir diken çalısı biter. Bu çalı, bu güllerin kavuşmasını engeller.

____________________________________

Erdoğan KARA

SOKAK LAMBASI

Dün akşam yürüyerek gittim eve, dışarıda müthiş bir yağmur sağanak sağanak, bir an sen geldin aklıma yoksa yoksa dedim onun gözyaşlarımı bedenimi delice ıslatan. Korktum bir an, adımlarımı sıklaştırdım. Hani sana söz ettiğim bir sokak lambası vardı.nazlı nazlı yanmaya çalışan, hatırlamadın mı ? hani içinden bir peri çıkmıştı.Sana ulaşmasını ve kulağına güsell’i fısıldamasını istediğim perinin çıktığı lamba…. Akşam sağanak yağmurda,yine nazlı nazlı yanan o lambanın altında bekledim büyük bir umutla.. Yine peri gelir ve bu sefer içimdeki pişmanlığı sana fısıldar diye bekledim..

Daha fazlasını oku

FARKLI BİR İYELİK EKİ “-Y”

Erdoğan Kara

Boğaziçi Üniversitesi

Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (1995)

İsmin belirttiği nesnenin kime ya da neye ait olduğunu belirten ektir iyelik eki. İstanbul ağzında iyelik ekleri kişi kavramı verir ünlü uyumuna uyar. Birinci tekil şahıs iyelik eki Türkçede “-m” dir ve ünlü uyumuna göre –ım, -im, -um, -üm de olabilir.

baba –>>   (Benim) babam    “-m”

sakız –>> (Benim) sakızım  “-ım”

ev –>> (Benim) evim   “-im”

okul –>>  (Benim) okulum  “-um”

göz –>> (Benim) gözüm  “-üm”

Türkçenin gelişim ve değişim evrelerine baktığımızda Muharrem Ergin’e göre “teklik birinci şahıs iyelik eki eskiden beri hep –m olarak kalmıştır*. Ancak Şavşat ve yöresi ağızlarında birinci tekil şahıs iyelik eki anne, baba, nine gibi akrabalık bildiren ve sesli harfle biten kelimelere eklendiği vakit “-y” olur.

Örneğin;

anne  –>> anney   (benim annem)

baba –>> babay  (benim babam)

nine –>> neney  (benim ninem)

dede –>> dedey  (benim dedem)

abla –>>  ablay  (benim ablam)

bacı –>> baciy  (benim bacım)

hala –>> halay  (benim halam)

teyze –>> teyzey  (benim halam)

bibi –>> bibiy  (benim bibim)

Anney size uğradı mı    –>> Annem size uğradı mı?

Gelenlerin içinde teyzey de var dı  –>> Gelenlerin içinde teyzem de var dı.

Eğer bu akrabalık kelimesi sesli harfle bitiyorsa birinci tekil şahıs iyelik –m olarak kullanılmaktadır. Örneğin

“kardeş” → kardeşim (benim kardeşim) gibi.

Öte yandan birinci tekil şahıs iyelik ekinden sonra gelen durum eklerinin kullanımında bir farklılık söz konusu değildir:

Anne –>> anney : anneyi (belirtme), anneye (yönelme), anneyin (tamlayan), anneyde (bulunma), anneyden (çıkma).

Şavşat ağzında birinci tekil şahıs iyelik eki olarak kullanılan –y’nin akrabalık belirten ve ünlü ile biten kelimeler dışındaki kelimelerle kullanımı söz konusu değildir. Bu tür kelimelerle de İstanbul ağzında kullanılan –m (birinci tekil şahıs) iyelik eki kullanılmamaktadır. Başka yöre ağızlarında da böyle farklı bir ekin birinci şahıs için kullanımına rastlanmamaktadır.

______________________

 *Muharrem Ergin, Türk Dil Bilgisi, Bayrak Basın Yayın Tanıtım, 19. Baskı, 211.

_________________________________________________________________________________

Erdoğan KARA