Bitmeyen Gül Kokusu

Varlığın, varlığımız oldu tuttu ellerimizden
Mavi gök kondu bir güvercin gibi minberine
Grift bilmecelerdi sorulan sualler Ey Can !
Tatlı tebessümün çözdü bütün dertlerimizi..

Sözlerin ilahi bir söylem
Andıkça adını sararır benzimiz /tutulur nutkumuz
Varlığın ebedi bir nûr / sönmeyen tutkumuz
Bitmeyen bir gül kokusu oldu hayatımızda..

Konuşurdun Ey Sevgili Resul !
Bahçeden önce , yüzünde açardı nadide güller
Hurma dalları arasından sessizce gelirdi güneş
Meltem olur serinletirdi sinemizi..

Adını anmak hayatımızın bereketi
Veçhin rüyalarımızı süsleyen en nadide çiçek
Bir sade sünnetinden bahsetmek
Sevincimizi artıran bayramdı Ya resulallah.

Rabbin aşkı üzerine sinmişti /manolya kokusu idi zaman
Öyle buyurmuştu bir defasında sevgili annemiz :
Senin soran bir dostuna : “O sav yürüyen bir Kur’an “.
Sevince gark olmuştu , yüzyılların sığındığı an..

Mehtap parlaklığını kıskanır
Avare olurdu yıldızlar yanı başında
Dertli idi gökyüzü ,yeryüzünden
Dökülürken zaman ayaklarından / mucize ellerinden.

Şimdi hep hasretiz gül yüzüne
Hasretin yakıcı bir çığlık içimizde
Kıştayız , baharın komşuluğuna razıyız Ey Can Sevgili
Bir lahza olsun tut gönüllerimizden..

nisan/2010..İstanbul

_________________________________________________________

İbrahim Y. ZARİFOĞLU

İçinde Benin Olmadığı Benler

Şimdi kor bu ben, kendim; ve sen yoksun ya gerçekten
Neler neler yok olur hayatımda bir bilsen
kırk katır mı kırk satır mı bana dersen, ikisi de derim
kendim buldum ya kendim ederim, koy ki ‘etti buldu’ desinler
yemin ederim, kaç kefaret gerekirse gereksin, al işte
içimde kaç dönüşü olmayan gidiş varsa o kadar dönüşüm vardır sana

u dönüşünün olmadığı upuzun caddelerde bile
hatta ve hatta kavşaksız yollarda
arkandan son sürat züppe suratlar kovalasa da
ama korkma sen, kaç ben bulursam seferber, inan buna hepsi seninle
kalan içinde benin olmadığı benler sadece.

bu nazar boncuğu, bu televizyon ve bu ceket köşede
misilleme, yaygara, kovalamaca, şamata
uzun uzadıya
bunların hepsi de
sen yoksun ya
ya da sen varken de sen yokmuşçasına
insanın kanına dokunurcasına, yorarcasına, inadına inadına
bak aldım işte nazar boncuğunu, unut gitsin, olmaz mı
hepsini unut:
arabaya benzin koymayı,
cevapsız çağrıları, mesajları, şişman şişman yastıkları, vapurda el sallayan kızları
hatta kızılcık şerbetini bile unut,
bu unuttukların bahanen olsun, tıpkı gidişteki gibi
unut ki dönüşü olsun içinde benim de olduğum benlerin.

___________________________________________________________

Erdoğan KARA

Yazgısını Yarına Erteleyen Şafak

İşte içimde tutuşan saman alevi
Yazgısını yarına erteleyen şafak
Kin kokan merhaba /ateşi zemheriye dönen ocak
Köşede mahzun sardunya
Dalları renge bulanmış.

Koca derviş Yunus
Aziz Mahmut Hüdaî /karşı kıyıda yuşa
Kış çıkıp gitti odamızdan
Ruhumuz nurdan heykel
Yüzümde temmuz sıcağı.

Eylülü bekliyor siyah kanatlı beyaz göğüslü kuşlar
Belli ki hatıralarında deniz /çılgın gökyüzü uçurtmalar
Çocuklar gibi çırpınan dalgalar
Kim koydu bu yaşlı pencerenin pervazına
Hatıraları eskiyen bu nadide saksıyı.

Mevsimler titriyor üzerime
Esen yelleri taşıyor hatıralar
Kan damarlarımda Filistinli bir rüzgâr
Kıskanç badireler atlatıyor dizeler
Bir şiir ki güneşten çıplak yüreği som altın.

Kar yağıyor çok sonraları yağmur
İzler sana götürüyor yalnızlığımı
Acuze gönlüm sende ne olur dost bil beni
Dere yine yalnız akıyor/Sesi hayâlim
Eteklerinde sessizliğe bürünmüş yüce dağ..

25/10/09..İstanbul

________________________________________________________

İbrahim Y. ZARİFOĞLU

Kumunda Tuz Taneleri

İstanbul’u beklerim her akşam kıyılarında
Uysal boğaz mavisi olur bakışlarım
Yakamoz koyarım avuçlarıma
Sıyrılır ruhum bedenimden
Dostların hiç haberi olmaz..

Rumeli Kavağında eser bir deli poyraz
Gelir aklıma Kanlıca da cinci Niyazi
Kandillide sönmeyen kandil olurum.
Damlar yıldızlardan bin çeşit ışıklar gözüme
Yüreğim bi-perva/ Rüzgâra inat /
Duygularım yedi tepede /
savrulurum..

Sonra kısa bir deniz sefası
Karşı kıyıya geçer Üsküdarlı olurum
Eskiyen yüzüne el sallarım Beşiktaş’ın..
Atarım taşlarla selamlaşan köpüklere gönlümü bir lahza
Sinan ki cadde boyu yoldaşım
Çamlıca da düşer içime kara sevda
Çatılır kaşlarım Fatih olurum .
Pala bıyıklı yeniçeri tutar kolumu
Karalar bağlar Akşemseddin
Çarpar kubbelere hıçkırıktan sesi
Ruhumda bitmeyen heyecan
Ah neredesin şanlı fethin nefesi
Umuda boğulurum.

Konarım taşı cevher bir kıyıya
Ak kanatlı deli martılarla dost olurum
Yüzü koyun uzanırım
Ah tanıdığım menekşe kıskanç Florya
Kumunda tuz taneleri..

Bir türkü tuttururum içinde İstanbul
Benden gayrı kimseler duymaz.
Yeni bir İstanbul olurum..
Fatih/2000

________________________________________________________

İbrahim Y. ZARİFOĞLU

Karacaahmet

Serviler yalnız değildir: Girift bir hüzün kokar
Eteklerinde sessizdir dostlar.
Zaman narin bir kuştur hep konar dallarına
Düşerken her gün yeni ömürler sessiz tarlalarına
Minik tepelerine uğrar asude mevsimler
Zemheri çökse kıyılarına hem kar yağsa üşümez burada eller
Burada bir garip yazılır bir garip anılır isimler/

Çığlıktır basılan son mühür /
Gülleri hem menekşeleri su istemez
Çehreleri buz kesmiş çiçekler çizilir
solgun mermer taşlarına..

Burada selâm son kelâmdır.
Hüzün içredir kendince mavi gökler.
Suskundur soğuk mermerlere konmuş güvercinler.

Bu belde ki ,
Her gün misafir eder nice bilinmez alemleri
Saklarken sırlı düğüne mücevher kolyesini
Yinede bahtiyardır istanbul
Yağmurlarla yıkarken gözlerini..

2001/ Karacaahmet

________________________________________________________

İbrahim ZARİFOĞLU

Sensiz Ne Yazsak Be İstanbul

Islatmakta bizi bir can gibi Çamlıca’dan gelen yağmur
Titremekte kalbimiz seni andıkça her dem Topkapı
Bir alev olmada ruhumuz değişmede kandillide ufuk
Sen ki gönlümüze nurdan bir taht kurdun
Sensiz ne yapsak be İstanbul..

Keşmekeş duygular nedendir hep geceleri misafirimiz olur/
Yıldızların yanıbaşımızda avare turkuaz
Tutarak gündüzlerin aydınlık perçeminden
Gelir oturur yanımıza tarifsiz sıska yalnızlık

Sen ki bakışlarımıza hep hayal olursun
Sensiz ne yazsak be İstanbul..

Düşer yaşlanan mazinin dudaklarından/
Üzerine gölge gibi sarkar yaşlı tarih ki nemli surlarından
Her dem terennüm eder atinin içli şarkılarını
Sevdanın ritmidir üzerimizde mehtap
Ürkeriz korkuya yaslanır gibi anılarından/

Avare duygulardır modada bekleyen
Her lahza bir çığlıktır serseri dalgalar kıyında
Kapatır denizi Kocamustafapaşalı konak
Kırlangıçlar geçer üzerimizden martılar
Dolanır en hisli sevdalar boynumuza
Sensiz nasıl şiir yazsak be İstanbul..

Zeytinburnu/İstanbul

_________________________________________________________

İbrahim Y. ZARİFOĞLU

İbrahim Yavuz Zarifoğlu

Maraşlı Zarifoğlu sülalesinden. Anne tarafı 1800’lü yılların başlarında Kastamonu’dan İstanbul’a göç etmiş bir aile. Hanoğulları ismi ile maruf. 1957 Şubat’ında, İstanbul/Fatih/Hırka-ı Şerif’te dünyaya geldi. İstanbul’un sur içini ve dört cephesini iyi bilen şairin bu şehre ait anıları duygulu ve çok zengindir. Hayatının dem tutan anları hep bu mübarek şehirde gizlidir. Babasının asker oluşu, bu cennet vatanın çok köşesini görme imkanını verdi.

İlk ve otaokulu Gaziantep ve Ankara, liseyi İstanbul ve Maraş, yüksekokulu ise 1980 yılında İstanbul’da tamamladı. İlk istanbul şiirlerinin tarihi 1980’li yıllara uzanır. Ancak yeniden toplanarak düzenlenmesi 2004, kitap haline gelme düşüncesi ise 2009’da tamamlanır. Şair İbrahim Zarifoğlu’nun Türkiye genelinde açılan şiir yarışmalarında; derece, mansiyon ve jüri özel ödülleri bulunmaktadır. Özel ve kamu kuruluşlarında yöneticilk yapan şair 1980-1996 yılları arasında dönem dönem İstanbul’un güzide liselerinde ücretli edebiyat öğretmeliği yapmıştır. Evli ve altı çocuk babası olan şair, bir kamu kuruluşunda halen yönetici olarak çalışmaktadır. Şairin  bugüne kadar yayımlanmış 6 adet şiir kitabı bulunmaktadır.

Kempinski Hakkında

1897’de kurulan Kempinski Otelleri Avrupa’nın en köklü lüks otel grubudur. Kempinski’nin kusursuz, kişiye özel servis ve mükemmel konuk ağırlamaya dair zengin mirası, mülklerinin ayrıcalıklı ve özgün oluşlarıyla tamamlanmaktadır.

 

Bugün 29 ülkede 66 beş yıldızlı otelden oluşan bir portföye sahip Kempinski, portföyüne  Avrupa, Orta Doğu, Afrika ve Asya’da yeni mülkler eklemeye devam etmektedir. Her mülk, Kempinski markasının gücünü ve başarısını, kişisel mirasını yitirmeden yansıtmaktadır.

 

Kempinski portföyü tarihi simgesel mülklerden, ödüllü şehir otellerinden, olağanüstü kıyı otellerinden ve prestijli rezidasnlardan oluşmaktadır. Her bir otel, misafirlerinin Kempinski markasından beklediği kaliteyi barındırırken lokasyonunun kültürel geleneklerini de kucaklamaktadır.

 

Global Hotel Alliance’ın (GHA) kurucu üyelerinden olan Kempinski, dünyanın en büyük bağımsız otel ittifakıdır.

 

Ek bilgi için irtibat:

Çiler İlhan, Halkla İlişkiler Müdürü ▪

Çırağan Palace Kempinski İstanbul ▪ Çırağan Caddesi 32 ▪ Beşiktaş ▪ 34349, İstanbul

Tel. +90 (212) 259 03 73 ▪ Faks +90 (212) 259 03 72 ▪ ciler.ilhan@kempinski.com

Uzak Sevdalar

şimdi çok uzak sevdalar yağmur gibi buluttaki
yok imkanı çiselerin şafağında sabahların
ya da nakaratı gibi ismi konmamış şarkıların
off
ne kadar da zor uzak sevdalar keşke bir bilebilsen
bir anlasan

esmeyecek bir rüzgarı beklemek kadar sıcak
ya da yağmayacak bir yağmuru beklemek kadar kurak
sıcak, kurak, uzak
ne bir esintisi var gam dağıtacak ne de bir damla yüreğe serpecek
gönül daha da avare henüz kabaracak
anlatsak keşke bütün masalları bütün bildiğimiz, okusak şiirleri
dinlesek şarkıları Kral’dan dilediğimiz
demir atsak sevdalara uzak diyarlarda
off ya aklım darmadağın yakından sonra üç nokta yan yana
ne kadar da zor tanımak, varmak ne kadar kurak bu toprak
hiç yalnız kalmasın sevda hatta hiç olmasın uzak
ateş de olsa ortada
ruh galebe çalsa dalgalara ulaşsa ve baharlara yağmur yağsa sonra güze
söz ağlasa uzak sevdalar kıyıya vurup ulaşsa
ve sonra ben bir şarkı okusam bütün sevda/lı/lara
yazmak zorundaysan eğer yazma beni yazma şiir
resim de koyma kenarına
altına yazma ismini resmin şiir de yazma
zor olan olmaksa
off
yazma beni yazma şiir
saat sıfırikiotuzüç şimdi otuzdört oldu tam bakarken saate
deniz sakin yağmur bulutta henüz rüzgar uzakta
saatler var ulaşmasına sevdalarım gibi
sevdalarım gibi uzak sevdalarım gibi tıpkı
keşkem
sevsem

________________________________________________________

Erdoğan KARA

SES VE SÜS

Demek alıp gittik birbirimizi ve dokununca sır olan bıçağın keskin zarafetinden taşan büyünün izi kaldı geriye.

Oysa siluetinde, yeryüzünün en görkemli uygarlıklarını kurmuş büyük insanların ruhu ışıldayan bu şehirde geceler bile aydınlık olurdu. Gecelere yaslanıp; kimi acemi ve uçuk hayaller kurar, kimi bu dünyada bir tutsaktan farklı olmadığını düşünür boğazın tepelerine karşılıklı oturmuş o bilge ve ermiş ruhlarla sohbete dalardın. Sonra özgürlüğü özlerdin, ne mehtabın denizde ki meltemle cilveleri, ne sesin ışıkla dansı, ne bin bir çiçek kokularının boğaza çarpıp baş döndüren sarhoş eden büyüsü, ne tarih ve buhur karışımının yıldızlara ulaşan gurur verici letafeti hiçbir şey senin özgürlüğe koşmak isteyen firari ruhunu susturamıyor durduramıyordu Daha fazlasını oku

Halk Hikayeleri

Hikâye türünün en eski örnekleri olan ve destandan modern hikâyeye geçişi sağlayan anonim eserlerdir. Türk edebiyatı verimleri içinde 16.asırdan itibaren görülmeye başlanan, genellikle âşıklar tarafından nazım-nesir (şiir-düz yazı) karışık bir ifade tarzı ile dinleyicilere karşı anlatılarak nesilden nesile intikal eden, yer yer masal ve destan özellikleri gösteren hikâyelerdir.

Halk Hikâyelerinin Genel Özellikleri

Genellikle aşk konusunun işlendiği halk hikâyelerinde zaman zaman kahramanlık konularıyla dini konuların işlendiği de görülmüştür.

Nazım – nesir karışık olarak anlatılan bu hikâyelerin gelişip yayılmasında saz şairlerinin önemli bir fonksiyonu vardır.

Türk edebiyatında bu özelliğe sahip ilk örnek Dede Korkut Hikâyeleridir.

 

Halk hikâyeleri destanlardan şu yönleriyle ayrılırlar:

  • Mutlaka tarihi bir vakaya dayanmaması,
  • Nazım-nesir karışık oluşu ve zamanla nesir kısmının ağırlık kazanması,
  • Şahısların ve olayların anlatımında takınılan gerçekçi tavır,
  • Kahramanlıktan çok aşk maceralarına yer verilmesi,
  • Destanlarda yer alan olaylar kesin bir sonla bitmediği halde halk hikayelerinde kesin bir sonun bulunması, halk hikayelerinde söz konusu edilen olayların ve kişilerin oldukça azalması,
  • Topluluk karşısında anlatılmaları,
  • Hikâyedeki manzum kısımların genellikle saz eşliğinde dile getirilmesi,
  • Değişik bir anlatılma üslup ve geleneğinin olması,
  • Belli yerlerinde tekerleme adı verilen belli söz kalıplarının bulunması gibi hususlarda ayrılmaktadır.

Ayrıca destanlar belli bir daire teşkil ederler. Hikâyelerde, özellikle aşk maceralarını işleyenlerde böyle bir daire söz konusu değildir.

Hikâyenin kahramanı âşık olur, sevgilisine kavuşma yolunda çeşitli maceralara girer, sonunda kavuşur veya kavuşamaz ama hikaye de orada biter. Destanlarda böyle kesin bir son mevcut değildir. Destanlara en yakın duran Köroğlu ve Dede Korkut Hikayeleri’nde böyle bir tesir görülmektedir.

Halk hikayelerinde anlatılan ilişkiler, toplum içi olup, fertler ve tabakalar arasında cereyan eder.

Hikâyelerde olağanüstü özellikler epeyce azalmıştır.

Halk hikâyeleri, Perten Naili Boratav’a göre destandan romana geçiştir.

Hikâyeler masallara göre oldukça uzundur. Özellikle koşma şeklinde söylenen şiirler duyguyu yoğunlaştırmaya yarar.

Halk hikâyeleri daha çok âşıklar tarafından kahvelerde, düğün ve benzeri toplantılarda erkeklere hitap eder.

Halk hikâyelerinin destan döneminin kapanmasından sonra ortaya çıktığı kanaati yaygındır. Nitekim Türk edebiyatında halk hikayelerinin en eski örneği sayılan Dede Korkut Hikayeleri de destandan halk hikayeciliğine geçiş dönemi ürünü olarak kabul edilmektedir.10. yy’ dan itibaren halk hikayelerinin belki de destandan boşalan yeri doldurmak üzere ortaya çıktığı söylenebilir. (Koz M. Sabri, 1981)

Aşk ve kahramanlık konularının çokça işlendiği halk hikayelerinin gerçek hayat olaylarından ayrılan, kendilerine göre bir mantık örgüsü vardır. Bu mantık idealist ölçüler göre şekillenmiş bir hayat anlayışını savunur. Bunun sonucu hikaye kahramanı idealist bir kişiliğe sahiptir. Son olarak şunu unutmamak gerekir ki; kendi içinde tutarlı bir mantığa dayanmak şartıyla halk hikayelerinde olmayacak şey yoktur.

Halk anlatılarının önemli bir türü olan halk hikayeleri, batıda ve bizde üretiliş tarz ve biçimi belirli bir tür olarak ele alınmış ve diğer anlatı türleri ile karşılaştırmalı olarak incelenmiştir.

Halk hikayelerinde de bu anlatım ananesi devam etmekle beraber mühim bazı farklar onu destandan ayırır. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:

  1. a) Tarihi bir olayın olması şart değildir.
  2. b) Nazım-Nesir karışıktır. Zamanla nesir nazıma üstünlük kazanmıştır.
  3. c) Şahısları ve olayların anlatılmasında realist, çizgilere daha çok yer verilmiştir.
  4. d) Kahramanlıktan çok aşk maceraları konunun ağırlığını teşkil etmektedir.

Konuları Bakımından Halk Hikayeleri:

  • Aşk Hikayeleri
  • Kahramanlık Hikayeleri
  • Aşk ve Kahramanlık Hikayeleri

Coğrafi Yayılışları Bakımından Halk Hikayeleri:

  • Anadolu’da Bilinen Halk Hikâyeleri
  • Türk Dünyasının Bir Bölümünde Bilinen Halk Hikâyeleri
  • Türk Dünyasının Genelinde Bilinen Halk Hikâyeleri

Çeşitli ve sayıları pek çok olan Anadolu Halk Hikâyeleri, çok değişik kaynaklardan gelmişlerdir. Bunlar arasında, kökleri binlerce yıl önceki Türk tarihinin derinliklerinde olanlar bulunduğu gibi, yeni olaylardan doğanlar veya yabancı kültürden aktarılanlar da vardır.

 

Halk hikayelerini aşağıdaki türlere ayırabiliriz:

  • Destanlar ve Destanımsılar
  • Tarihler ve Menkıbeler
  • Aşk Hikayeleri
  • Masallar, Fıkralar ve Efsaneler

1) Destanlar ve Destanımsılar

Destan, kelime anlamı olarak Epos demektir; destanın diğer bir türü olan âşık şiirinde tamamen farklıdır. Destanın başlıca niteliği uzun soluklu bir anlatım olmasıdır. Örneğin Oğuzlardan bize kalmış Dede Korkut Kitabı adlı destan, dresden yazmasında 12 boy ve 300 sayfalık bir metindir. Kırgızların Manas Destanı ortalama olarak 90.000 dize tutar. Görüldüğü gibi destanlar en uzun halk edebiyatı türlerindendir.

Destanlar çoğunlukla nazımla düzenlenmiştir. Aynı diğer halk edebiyatı türlerinde olduğu gibi destanda da söz, ezgi ve seyirlik anlatım biçimi kullanılmaktadır. Bütün bunların dışında destanlar ölçülü söz biçiminde söylenmiş, yani ölçü kullanılmıştır. Destanlarda anlatılanlar kahramanlık hikayeleri ve doğa üstü varlıkların geçtiği olaylardır.

Destanlar ulusların yazı öncesi çağlarında oluşmuş ve gelişmiş yapıtlardır. Destanlar da, o çağlarda insanları yaratılış, tanrılar, hem de toplumun geçmişine dair bilgiler vemek amacıyla yazılırdı. bu yüzden destanlar konuları bakımından iki grupta toplanır.

1) Kozmogoni ve mitoloji konuları – Tanrılar ve evrenin yaratılışını inceler

2) Ulusun geçmişindeki önemli olaylar ve büyük önderler

Destanların günümüze kattıkları, geleneklerimiz, göreneklerimiz ve tarihimiz hakkında verdiği bilgilerdir.En önemlileri: Oğuz Destanı, Dede korkut hikayeleri, Ergenekon Destanı

 

2) Tarihler ve Menkıbeler

Önemli bazı tarih olayları, halk arasında, hikaye şekline dökülerek anlatılır. Ağızdan ağıza dolaşan bu hikayeler, zaman geçtikçe, asıl hallerinden uzaklaşırlar. Bunlar, zaman zaman, kimlikleri bilinmeyen kişiler tarafından yazıya geçirilir. Anlatılan tarihi olay, eski çağlara doğru uzaklaştıkça, hayalle beslenerek destana masala doğru kaymaya başlar. Bu kayma, olaylar yazıya üstünden uzun süre geçtikten sonra geçirildiği zaman görülür.

“Tevarih-i Al-i Osman” (Osmanoğulları Tarihleri) adlı eser, olaylar yaşandığından çok kısa bir süre sonra yazıya geçirildiği için esasına bağlı kalmıştır. Olağan üstü olaylarla bezenen eserler de, İslam tarihinde görülmektedir: “Seyyid Battal Gazi”, “Cafer-i Tayyar”, “Hz. Ali’nin Cenkleri” gibi.

3) Aşk Hikayeleri

Aşk hikayelerinin kahramanı bir aşıktır. Türk halkı şiire ve şaire karşı büyük saygı duyduğu için, birçok saz şairinin hayatlarını acı-tatlı olaylarla süsleyerrek hikaye etmişlerdir. Kimi aşıklar da bu halk geleneğine uyarak, kendi hayatlarından kendi aşklarından söz eden hikayeler düzenlemişlerdir.

Bir saz şairinin hayatı çevresinde doğan hikayelerin en tanınmışları: Köroğlu, Aşık Kerem, Aşık Garip’tir.

Köroğlu’ndan bir örnek:

Dinleyin ağalar dinleyin beyler

Sorarım bunları birgün olur ki

Adam olup koç bir ata binmişim

Kırarım belleri bir gün olur ki

Ben yükümü dağ başında çözersem

Sıra sıra koç yiğidi dizersem

Yiğitler elinde bade süzersem

Ararım bunları bir gün olur ki

4) Masallar, Fıkralar ve Efsaneler:

Masallar nesirle söylenmiş, dinlik ve büyülük inanışlardan ve törelerden bağımsız, tamamiyle hayal ürünü, gerçekle ilgisiz ve anlattıklarında inandırmak iddiası olmayan, kısa bir anlatıdır. Ancak, masalı sadece “olağanüstü” olayları konu eden yazı biçimi olarak tanımlamak da hata olur, çünkü hayal ürünü olup olağanüstü olmayan masallar da vardır.

Masalı hikâye, destan ve efsaneden ayıran başlıca özellik, masalın, gerek olağanüstü, gerek gerçek hayattan alınma olayları, hayal ürünüymüş gibi anlatmasıdır.

Fıkra terimi, genelde, fıkra, latife, nükte ve birçok hallerde sadece hikâye anlatılarına verilen genel addır. Fıkralarda kısa ve yoğun bir anlatım tekniği kullanılır. Bu anlatı biçimi, halk edebiyatında, gerek sözlü, gerek yazılı olsun, bir hazine değerindedir ancak tam olarak derlenmiş, sınıflanmış ve incelenmiş olmadıkları için bu hikâyelerden yeterince yararlanılamaz.

Efsaneyi, diğer anlatım türlerinden farklı kılan efsanenin geçmiş hakkında söylediğinin gerçek olarak kabul edilmesidir. Efsaneler gerçek niteliktedir. Diğer bir anlatım farkı ise, efsanelerin günlük anlatım diliyle, üslupsuz, düz yazı biçiminde yazılmış olmasıdır. Bir destan parçası karmaşık ve uzun soluklu anlatı bütününden kopup, kendine özgü üslup niteliklerini yitirince, sadece olağanüstü yönleriyle bir kişiyi ya da bir olayı bildirmek göreviyle sınırlanınca “efsane” olur.

Halk Hikâyelerine İlişkin Bazı Kavramlar

Kara Hikâye: İçinde manzum parça olmayan hikâyelere kara hikâye denir.

Serküşte/ Bozlak /Kaside: Kısa, bir türküye bağlı olarak anlatılan hikâyelere Kuzeydoğu Anadolu’da serküşte ya da kaside denir. Bunlar basit yapılı birkaç türküden oluşan hikâyelerdir. Bu hikâyelere Güney Anadolu’da bozlak denir.

Hikâyeli türkü:  Bir türküye bağlı olarak anlatılan hikâyelere hikâyeli türkü denir. Bir hikâyeye bağlı olarak söylenen türkülere türkülü hikâye denir.

Peşrev: Azerbaycan ve İranlı âşıklar hikayede yer alan her bir türkünün ardından hikayedeki konuya uygun bir mani okurlar. Buna türkülerin peşrevi adı verilir.

Karavelli: Halk hikâyelerinin anlatıldığı hikâyeler arasında kısa, mensur, ibret verici veya güldürücü hikâyelere karavelli denir.

Duvakkapma: Halk hikâyelerinin sonunda âşık ve maşuğun kavuşturulmasından sonra söylenen genellikle muhammes ve müseddes türünde şen, şakrak neşeli güzellemelere verilen addır.

Sersuhane: Halk hikâyesi, anlatılmaya başlanmadan önce söylenen mensur ve manzum parçalara verilen addır.

Selçuk: Saz meclislerinde âşığın kendi şiirlerini okumadan önce yahut bir hikâyeyi anlatmaya başlamadan önce fikrî, mistik hatta didaktik tarzda söylediği manzum üründür.

 

Halk Hikâyelerinin İçerik Özellikleri

Konu genellikle aşktır.

Aşk Konulu Halk Hikâyeleri

  • Derdiyok ile Zülfü Siyah
  • Tahir ile Zühre
  • Ercişli Emrah
  • Arzu ile Kamber
  • Aşık Garip
  • Karacaoğlan ile İsmikan Sultan

Kahramanlık Konulu Aşk Hikâyeleri

  • Köroğlu
  • Kaçak Nebi

Aşk ve Kahramanlık Konulu Halk Hikâyeleri

  • Kirmanşah
  • Yaralı Mahmut
  • Şah İsmail
  • Bey Böyrek

Bazı Halk Hikâyeleri Örnekleri:

FERHAT İLE ŞİRİN

Mehmene Bânu kız kardeşi Şirin için bir köşk yaptırmak ister. Köşkü süsleme işini o yörenin en usta süslemecisi (nakkaş) Ferhat’a verirler. Ferhat, çalışırken Şirin’i görür ve ona âşık olur. Mehmene Bânu da Ferhat’ı sevmektedir. Bu nedenle Şirin’le evlenmesini istemez, karşı çıkar. Ferhat bir gezi sırasında Amasya kentinin hükümdarı Hürmüz Şah ile tanışır. Hürmüz Şah Ferhat’ın başına gelenleri dinleyince onu yanına alır. Birlikte Erzen’e giderler. Hürmüz Şah, Şirin’i Ferhat için Mehmene Bânu’dan ister. Mehmene Bânu karşı çıkınca iki hükümdar birbirlerine savaş açarlar. Savaş sırasında Hürmüz Şah’ın oğlu da Şirin’e âşık olur. Savaş sonunda yenilen Mehmene Bânu her şeyi bırakarak kaçar. Şirin Amasya’ya getirilir. Oğlunun da Şirin’e âşık olduğunu öğrenen Hürmüz Şah güç durumda kalır. En sonunda Ferhat’a başarılması güç bir iş verir ve bu işi başarması koşuluyla Şirin’e kavuşabileceğini söyler.

Ferhat, Amasya yakınlarındaki bir dağı delecek ve kente oradan su getirecektir. Ancak bu işi başarırsa Şirin’le evlenebilecektir. Ferhat büyük bir coşku ile işe koyulur ve bir süre sonra işin sonuna yaklaşır. Ferhat’ın bu işi başaracağını anlayan Hürmüz Şah, çalıştığı bir dağda Ferhat’a yaşlı bir kadınla Şirin’in öldüğü haberini yollar. Bu yalan habere inanan Ferhat, Şirin’in ölüm acısına dayanamaz ve dağları deldiği gürzünü canına kıymak amacıyla havaya fırlatır ve yere düşen gürzün altında kalarak ölür.

Ferhat’ın ölüm haberini alan Şirin de bir hançerle kendini öldürür, iki sevgiliyi yan yana gömerler. Söylenceye göre; her bahar Ferhat’ın mezarı üstünde kırmızı, Şirin’in mezarı üstünde beyaz bir gül ve aralarında da bir diken çıkmaktadır.

ARZU İLE KAMBER

Bir eşkıya baskınından sağ kurtulan tek çocuk olan Kamber’i evlatlık olarak büyüten ailenin Arzu ismini verdikleri bir kızları olur. Çocuklar büyüdüklerinde birbirlerine âşık olurlar. Ama Arzu’nun kötü yürekli annesi buna engel olur. Kamber kederinden dağlara düşer. Arzu zorla bir zenginle evlendirilir ancak Arzu adamı kendisine yaklaştırmaz. Bunun üzerine adam üzüntüsünden ölür. Günün birinde Arzu ile Kamber birbirlerini bulur. Arzu’nun annesi buna engel olmak ister. Ancak gençlerin etrafı suyla çevrili olduğundan yanlarına yaklaşamaz. Bu sırada iki gencin göğsünden birer güvercin havalanarak uçar. Âşıklar orada ruhlarını teslim ederler.

Türkler arasında çok yaygın bir aşk öyküsü olan Arzu ile Kamber, Anadolu, Rumeli, Azerbaycan, Türkistan ve Irak’ta (Kerkük) dilden dile dolaşır. Hikâyenin taş baskısı ve yazma nüshaları vardır. Hikâye Karagöz oyununa ve sinema filmlerine konu olmuştur.

KEREM İLE ASLI

Bir zamanlar yaşlı bir İsfahan Padişahı, mirasını bırakacak bir erkek evladı olmadığı için üzülmektedir. Padişahın “Keşiş” diye hitap ettiği Ermeni bir yardımcısı vardır. Keşiş padişah için bir elma ağacı diktirtir ve senesinde padişahın herkesi kıskandıracak derecede yakışıklı bir erkek evladı dünyaya gelir. Bu çocuğa yiğitliği ve mertliği dolayısı ile Kerem adı verilir.

Keşişin de Aslı adında dünyalar güzeli bir kızı vardır. Bu iki genç çocukluklarını beraber geçirirler. Gençler birbirlerine âşık olur. Ancak Aslı’nın ailesi din farkı nedeniyle kızlarını Kerem’e vermemek için kaçırırlar. Kerem’in Sofu adında bir arkadaşı vardır. Kerem bir gün Sofu’yla gezerken Aslı’yla karşılaşır. Kerem’in nutku tutulur ve bir daha konuşamaz. Bir süre sonra Aslı ortadan kaybolur. Kerem Aslı’yı bulmak için yollara düşer. Yolda karşısına çıkan herkese Aslı’yı sorar. Yolda karşılaştığı kızları Aslı’ya benzetir. Bir gün Sofu Kerem’in yanına gelir. Kerem’e, Aslı’nın başkasıyla evleneceğini söyler. Kerem bunu duyar duymaz Aslı’nın evine gider. Aslı ile Kerem o gece evlenirler.

Keşiş düğün sırasında Kerem’e büyü yapar, düğünden sonra Kerem ile Aslı yorgun bir şekilde evlerine dönerler. Kerem üstündeki mintanı çıkarmak için düğmeleri açar fakat düğmeler tekrar iliklenir. Daha sonra Kerem birkaç kez mintanı çıkarmayı denese de başaramaz. Yorgunluktan bir “Ah” çeken Kerem ağzından yayılan ateşle yanmaya başlar.

Aslı Kerem’i söndürmek için ona su verir fakat bu sefer ateş daha da güçlenir. Birkaç dakika içinde Kerem yanmaktan kül olur. Aslı da Kerem’in küllerini saçları ile süpürürken alev alır ve yanar. Böylece iki âşık öldükten sonra külleri ile birbirlerine kavuşur.

TAHİR İLE ZÜHRE

Bir zamanlar bir ülkenin padişahının ve vezirinin çocukları olmamaktadır. Bir derviş; bu padişah ve vezirin derdini anlar ve koynundan çıkardığı bir elmayı ikiye bölüp onlara verir. Dokuz ay on gün sonra padişahın bir kızı, vezirin de bir oğlu olur. Erkeğe Tahir, kıza Zühre adını verirler. Birbirine âşık olan gençlerin evliliğine Zühre’nin annesi karşı çıkar. Padişaha, Belli Boncuk adlı büyücüden aldığı büyülü şerbeti içirerek onu da Tahir’den soğutur. Padişah, Tahir’i saraydan kovar.

Tahir, bir gün bahçıvanbaşıyla karşılaşır. Bahçıvanbaşıdan Zühre’nin Billur Köşk’te olduğunu öğrenir ve oraya gider. Karadiken bunları görünce padişaha haber verir. Padişah da Tahirii yakalatıp Mardin Kalesi’ne hapse gönderir. Buradan kurtulan Tahirii, padişah bir sandığa hapsedip Şat Nehri’ne atar. Şat Nehri kenarında hüküm süren çöl beyinin üç kızı Zühre’nin arkadaşıdır. Tahirie âşık olan üç kız onu kurtarır. Bu sırada Zühre, bir padişaha verilmiştir, düğün hazırlıkları yapılmaktadır. Tahir, saz şairi kılığına girerek düğün evine varır. Burada herkesle mâni atışmaları yapar, onunla kimse baş edemez. Zühre burada Tahir’i görür ve çok sevinir. Kaçmaya karar verirler. Ama Karadiken onları görür ve her zamanki gibi padişaha haber verir. Tahir yine yakalanır.

Padişah ondan, “içinde Zühre geçmeyecek bir türkü söylemesini” ister. Ama o bunu yapamaz. Padişah da Tahir’i parça parça ettirir. Zühre de Tahir’in yanı başında can verir. Zühre’ye âşık olan ve bunca kötülüğü bunun için yapan Karadiken de kendisini öldürür.

 

Tahir ile Zühre’yi yan yana mezarlara koyarlar. Başuçlarına da Karadiken adlı köle gömülür. Zühre’nin mezarının üstünde bir pembe gül, Tahir’in mezarının üzerinde ise bir kırmızı gül biter. Karadiken’in mezarında ise kara bir diken çalısı biter. Bu çalı, bu güllerin kavuşmasını engeller.

____________________________________

Erdoğan KARA

VE AĞUSTOS GELDİ

Bir Ağustos daha geldi. Meyan kökü şerbeti tadında bir Ağustos. Biraz buruk, biraz tatlı, biraz şuh neminde işveler saklı. Biraz muradına ermiş bir yağmur damlası gibi kırmızı gül yaprağının üstünde gülücük tadında. Biraz çatlamış susuz toprak gibi şerha şerha.

Bu Ağustos, bana geç gelen, benden çabuk giden bir Ağustos oldu. Belki de Eylül hemen gelsin diyedir bu çarçabuk gidiş. Kim bilir? Dili yok ki konuşsun. Gerçi dil neyi anlatabiliyor ki? Gözler dilden her zaman bir fazlasını anlatmıştır. Çünkü dil beyinden beslenir, yürekten cesaret alır. Yüreğin susması gerekirse dil konuşabilir mi hiç, ne haddine. Gözler ruhu yansıtır, yürekten ışık alır. Aydınlık olan ve sevginin de kaynağı olan orası çünkü.

Daha fazlasını oku