sen gittin
uzun bir yola yola….
cebinde,
yaban atlara vermek için sakladığın akide şekerleriyle…
sen gittin
uzun bir yola yola….
cebinde,
yaban atlara vermek için sakladığın akide şekerleriyle…
Gücüme gitmez idi kafir kast etse bana / Dost elinden kalkan hançer gönlümü bizar eyledi
Seher vakti namazında
Namazında, niyazında
Hem kışında, hem yazında
Kurban olam,yar sana ben..
Gökyüzünde turna olsam
Göllerinde suna olsam
Çeşmelerde kurna olsam
Kurban olam yar sana ben
DUA
Yâ rabbi, beni ruhu kirleten döşeklerden koru
Eline,beline ve diline gevşeklerden koru
“At” izinin “it” izine karıştığı şu günlerde
Özellikle de, iki ayaklı eşeklerden koru
“Fıtrat-ı zîşuur olan vicdandaki incizab ve cezbe, bir hakikat-ı cazibedarın cezbesiyledir.”
Bediüzzaman Said Nursi
Kanlı yakarışlar çıkarma sırrı
Uçurumundan sessizliğin
Girdabına dalma cesareti isterim
Dipsiz pişmanlıkların
Oyuncaklar yıllardır ağlıyor
Temiz ellerime kızarak
Göz yaşlarımı emiyor külleri
Dakikaları yola vurdukça
Işığı azarlıyor şiirin
Hızla çıkarıp eşyaları
Kalbimi soyarak
Aynasında ayrılık acılarının
Çıplak yüzle daldım
Kanlı uykulara
Zalim seyircileri hayallerin
Mahut kalın kitaplar
Ürküyor kendi sesinden
Toprak susuyor ırmaklarca
Şehirlerce susuyor
Eyüpsultan, 2004
__________________________________________________________
Mustafa YÜREKLİ
(68 yılında Osmaniye’de doğdum…Yağmuru çok olurdu memleketimin..Çinko damdaki pıtırtıları dinleyerek uykuya dalardık çoğu kez..Sarı sıcak yazların uzunluğunda, kızartma kokularını, minarenin tepesinden düşen serçe yavrularına mezar yapmayı, portakal çiçeklerinden kolyeyi,elimizdeki incecik çubukla kumlardan örümcek çıkarıp, tesbih böceklerini yuvarlamayı öğrendik küçükken..Bir de portakal kabuğunu saçlarımıza sürersek saçlarımızın uzayacağını yağmurda..Sonra küçücük kardeşimin ölü bedenini, çırçıplak bir tahta teneşire yatırıldığını, havanın çok soğuk olduğunu, kardeşimin üşüdüğünü, onun yerine benim ölmem gerektiğini, ölünün nasıl bir şey olduğunu anlamak için nefesimi uzun uzun içime hapsedip tuttuğumu, kardeşimin acısından damlara çıkıp ağladığımı, öylece uykuya daldığımı biliyorum bir de…Sonra zaman geçti…Zaman bir kez, bir kez daha geçti..Hala bir yerlerde bebeler ölüyor, hala bir yerlerde bir annenin kalbi sızlıyor en ince yerinden ve hala hayat devam ediyor…)
Lacivert bir boğmacaya tutuldu yüreğim
Karanlık…Kara lacivert…
Ki zifir…ışık sızmaz bilirim…
Tek söz söylemeyeceğim,
Çığırsa da içim…
Haki baksa gözlerin, yeşilin karasıyla…
Saçların,
Diplerinde okyanusların… mercan toplasa,
Gün kısa olsa…hayatta…
Ölsem dizlerinde,
Yağmurlar altında kaldım, yağmur yağmazken
O vakit beden de
yürek de
sen de, ben de
gençken…
Velhasılı vakit erkenken…
Hüzüne sordum;
Güz ikindisini, fasl ı gazeli, geceleri…
Issız bir gelini anlattı…
Sürgün ve kavruk…
Bir masal söyledi saçların rüzgara,
Gidiyorum işte…tutmak için kurşunu,
Aşinasız… Aşikarsızım…
o ağaçta kupkuru…
Kırık bir testinin parçalarındayım…
suyu arayan ana feryadında…
O bebenin topukları altında…
Seninle değil ne derdim ne de gamım…
Kesik olmasaydı damarlarım,
…bilmem buralardamıydım…
Kızmışım bir kere…
…dünyalık işlere…
Alevler etrafında pervane…
Kimsesiz…
İstanbulsuz…
mektubum… pulsuz…
Nihavent gecelere yolcu,
Hoyratlarda kırık bir soluğum…
Aşkı o topraklarda arayan çocuğum…
Biliyorum;
Kârı ölümdür kaderin…
Bedeli de hasretimin…
___________________________________________________________________________________
İlker YILMAZ
biraz bahar gerekiyor allahım ben hiç iyi değilim
biraz çağla birkaç erguvan gerekiyor
ahmet hamdi tanpınar biraz da zarifoğlunun geç dönemleri
sağcılık gerekiyor biraz, biraz isyan, biraz unutuş
hem toz olurum istesem hem korkarım gitmekten
karakoncolos bahtım şikayetçidir benden
yordum seni ey yeşil gözlü şair ama gene de korudum
seni koruyunca ben baharı kaybettim
ben baharı kaybettim
benimle birlikte başladı gocuk giyme modası
anlamadım sere serpe anlamadım nasıl sevilir
anlamadım yaşamak nasıl böyle kuzguni
uzun etekler balıkçı yakalar elhasıl kış mevsimi
bu yüzden anlamadım bürümcük nedir
ama şimdi bahar gerekiyor allahım ben hiç iyi değilim
bahar gelince saatlerin ileri alınması gerekiyor
sahilde ellerinden tutulması gerekiyor çok uzun saçlı çok esmer kızların
şırfıntı, sırnaşık bir şeydir bahar belki bilmezsiniz
patronların ağzında bir şakaya dönüşür
bahar en çok içimizin devasa yoksulluğuna yaraşır
ütüsüz pantolonlarımıza, üstten açık iki düğmemize
biber kızartan annemize, iş işleyen kardeşimize
ben bu şiiri bu baharda bitirirsem bahse girerim
bir mavisine bir de gazozuna bahse girerim
sigarayı bırakırım sekiz saat uyumaya başlarım
ben bu şiiri bu baharda bitirirsem dilim çözülür zihnim açılır
hem bahar gelsin diye ihanet ettim musaya
bunun için atıldım senatodan, balıklı havuzlara altın saçtım
el hakü müttekasürü ezberledim hallaçla asılmadan hemen önce
biraz bahar gerekiyor diye başlayan bir şiir yazdım
galiba ben hiç iyi değilim
___________________________________________________________________________________________
İsmail KILIÇARSLAN
ev/iç-gün
kime tutunduysam bir yanlışlık var her seferinde
kime tutulduysam bir kelime oyunundan ibaret
asayı musa ve kirpiklerinin bir mucizeye dönüşmesi
bununla birlikte sokaklara düşmeyi ben seçmemiştim
sokak/dış-gün
daha çok dergileri hatırlıyorum, bir de ali cenklerini
hatırlamak böyle bir şey işte, böyle bir şey sokakta yaşamak
bir polonya filmi, bir renoir tablosu, bir hayal gibi
eski, nasıl bulmalı doğru kelimeyi, ama kurulabilen bir saat gibi
sokaktayım. tezgahtayım. bakışım dik. naylonum temiz.
kimsenin beni anlamadığına iman ettiğim günlerin birinde
kimsenin beni sevmediğini, kimsenin benimle
karakol/iç-gün
köşede bir ayna var, burnumda bir çeşit uyuşma
bundan on sene sonra bunları yazmayı düşündüm, yalan değil
böylece, şiirle böylece, intikam alabileceğimi
kurban seçmiştim kendimi, kimse beni sevmiyordu o dakikada
ben de madem babamın eline bir bıçak versem dedim
babamın eline bıçak yakışırdı velhasıl, esaslı bir final olurdu böylece
sokak/dış-gün
o finalden vazgeçtim, canım turşu çekince, havayı soluyunca yeniden
gittim kaset aldım bir çeşit eskiciden, kamera sola pan yaptı
ben sol yanımı yokladım, baktım yanlış anlaşılacak şimdi
karakol planını çıkarsam mı dedim sigaramı yakarken
kendime dedim, o cerbezeli dakikada, kendimle konuştum
bayrak yakmak istedim, heyecan artmalıydı, gerekli bir şeydi tempo
marmara et lokantası/iç-gün
patlıcan musakka, içli pilav ve beni kimse sevmeyecek endişesi
aynı masada, aynı masalda, aynı kelime oyunlarında
ekmek kopardım, kokladım yemeden önce, sıcak değildi
jenerik
seyirci bunu bilmiyordu ve ekmek kokusuyla çıktı sinemadan
eh bu da anlaşılır bir sondu, bütün sonlar gibi
___________________________________________________________________________________________
İsmail KILIÇARSLAN
Yusufeli Tarihi: İlçenin ilk kuruluşu Erzurum sancağına bağlı 1879 yılında “Kiskim” (Alanbaşı Köyü) adı ile gerçekleştirilmiş, ilçe merkezi bir süre sonra Öğdem’e nakledilmiş, 1894 yılında da Ersis’e (bugünkü Kılıçkaya Beldesi) alınmıştır. İlçe merkezi 26 Haziran 1926 tarih ve 877 sayılı Kanunla tekrar Öğdem’e nakledilerek Artvin’e bağlanmıştır.1933 yılında Artvin’in ilçe olmasıyla Yusufeli ilçesi tekrar Erzurum’a bağlanmıştır. 1936 yılında Merkezi Artvin olmak üzere kurulan o günkü adı ile Çoruh Vilayetine bağlanmış daha sonra 16 Şubat 1950 tarih ve 3531 sayılı Daha fazlasını oku
Erdoğan Kara
Beykent Üniversitesi
Uluslararası Ekonomi Politik ve İşletmecilik
1. GİRİŞ
Bilindiği gibi, klasik Şark-İslam geleneğinde ibret verici hikayeler genellikle hükümdarlara ve her sınıftan devlet yöneticilerine yol göstermek maksadıyla hazırlanmaktaydı. Bu tür eserler[1] özellikle geçmiş dönem olaylarını bir hikaye, menkıbe ya da destan şeklinde aktarırlar ve dönemin hükümdarına sunulurdu. Bu tür eserler, edebi değerlerinin yanında türlerine ve inceledikleri konulara göre dönemlerinin düşünce sistemlerini, toplum yapısını, değer yargılarını göstermeleri açısından önemlidir. Bu incelemenin odağını oluşturan ve Firdevsi tarafından hazırlanan Şehname, her ne kadar edebi bir eser niteliği taşırsa da, gerek içerdiği siyasi kavramlar ve gerekse dönemindeki toplumsal yapıyı aktarması bakımından bu şekilde yazılmış eserlerden birisi olarak kabul edilebilir. Daha fazlasını oku
Nihalan-ı çemen güllerle ser-ta-pa donanmıştır
Edip terk hürd ü habı bülbülan habdan uyanmıştır. O da bir bi-vefaya ben gibi zannım inanmıştır “Derun-ı sinede bağrım sera ser yaralanmıştır Onun içün gözüm yaşı kızıl kana boyanmıştır” |
Bahçedeki fidanlar baştanbaşa güllerle donanmış, bülbülse yiyecek ve uykuyu terk edip uykudan uyanmıştır. Sanırım o da ben gibi bir vefasıza inanmış. “bu yüzden de bağrımın derinliklerindeki yüreğim bütünüyle yaralanmış, gözümün yaşı kızıl kana boyanmıştır”. |
Hayali mihmandır daima bu çeşm-i pür-nemde
Onunçündür kesilmez eşk-i hasret hiç bir demde Firakıyla nola hep böyle ebyat olsa hamemde “Görenler seyl-i eşki diyeler sahra-yı sinemde Bahar eyyamıdır güya ki ırmaklar bulanmıştır” |
Bu sürekli ağlayan gözde sevgilinin hayali misafirdir. Bu yüzden de hiç bir zaman hasret gözyaşları durmaz. Onun ayrılığı yüzünden kalemim hep böyle beyitler yazsa buna şaşılmamalı. “Göğüs düzlüğünde gözyaşı selini görenler sanırlar ki güya bahar zamanıdır ve nehirler bol yağış yüzünden bulanmıştır.” |
Şitada sebze vü ezhardan hali olur dağlar
Ne sünbül kaldı ne şebbü hazana vardı hep bağlar Olan irfan alıp ibret bu hale daima ağlar “Bu çarh-ı bi-vefa halin görüp kimdir dilin bağlar Gelenler dar-ı dünyaya meğer gitmez mi sanmıştır” |
Kışın dağlarda çiçek ve yeşillik olmaz, bahçelerde de sonbahar vakti geldiğinden ne sümbül kaldı ne şebboy. İrfanı olan bu görünüşten ibret alıp sürekli ağlamalı. “Bu vefasız dünyanın halini görüp ona gönül bağlayanlar kimlerdir? Acaba bu dünya evine gelenler kendilerini bir gün gitmeyecek mi sanmışlardır. |
Edip hep arzu daim derunum kuh u sahrayı
Çıkarmak isterim ben de gönülden böyle sevdayı Velakin harice güçtür çıkarmak işbu sevdayı “Gerekmez seyr-i sahrayı yahud gülşen temaşayı” Cihanın gülü zevkinden dil ü canım usanmıştır |
Gönlüm hep dağı ovayı arzu etmiş, ben de gönülden bu sevdayı çıkarmak istemişimdir. Lakin bunu dışarı çıkarmak oldukça güçtür. “Bende ne bahçe ne de ova seyretme isteği var: dünyanın gülünün zevkinden can ve gönlüm usanmıştır.” |
Nice dürlü letafet var bu ebyat içre kıl dikkat
Görüp meyl etti kalbi kalmadı hiç sabr ile takat İşit İlhami, ceddin söylemiştir nazm-ı pür-hikmet “İşiden şi’r-i pür-suzum okuyanlar diye elbet Muhibbi derdmend içün tutuşup oda yanmıştır” |
Dikkat et. Bu beyitlerin içinde pek çok çeşit güzellik var. Onu görünce kalbim ona meyletti ve hiç sabır ve takatim kalmadı. İlhami, dinle bak atan hikmet dolu beyitler söylemiştir: “Yakıcı şiirimi işiten ya da okuyanlar zavallı Muhibbi için tutuşup ateşlere yanmıştır, diyecekler.” |
____________________________________________________
İlhami
Nola fahr etse yazarken hame na’t u midhatin
Ol resul-i kibriyanın vasf-ı zat-ı devletin |
Yirmisekizinci Osmanlı padişahı III. Selim’in mahlası. İstanbul’da doğdu. Sultan III. Mustafa’nın oğludur. III. Selim 1789 yılında tahta çıktığında ülke zor günler geçiriyordu. Bu yüzden padişahlığı çeşitli iç ve dış meselelerle boğuşmakla geçmiş, sonunda Kabakçı Mustafa isyanıyla tahtından indirilerek öldürülmüştür(1808).
serin bir kuş geldi gökyüzünden
kanatları bin bir renk,
bin bir emekle boyanmış
küçük, kızıl gagalı
mini mini bir serçe.
Hüznün, hüznümün mevsimisin sen,
Yalnızlığım artıyor, daha fazla sessizlik bürüyor dört bir yanımı seni yaşarken
Dökülen onca kuru yaprak tercüman oluyor hislerime,
Sonbahar seni yaşıyorum delicesine