Oyuncak Külü

“Fıtrat-ı zîşuur olan vicdandaki incizab ve cezbe, bir hakikat-ı cazibedarın cezbesiyledir.”

Bediüzzaman Said Nursi

Nemrut ateşe atmasa umudu ne olur
Yüreği kül dolu bir şairim ben
Kızıl gürültüsünde yitirdim şehrin
Can yongası kelimelerimi

Kanlı yakarışlar çıkarma sırrı
Uçurumundan sessizliğin
Girdabına dalma cesareti isterim
Dipsiz pişmanlıkların

Oyuncaklar yıllardır ağlıyor
Temiz ellerime kızarak
Göz yaşlarımı emiyor külleri
Dakikaları yola vurdukça

Işığı azarlıyor şiirin
Hızla çıkarıp eşyaları
Kalbimi soyarak
Aynasında ayrılık acılarının
Çıplak yüzle daldım
Kanlı uykulara

Zalim seyircileri hayallerin
Mahut kalın kitaplar
Ürküyor kendi sesinden
Toprak susuyor ırmaklarca
Şehirlerce susuyor

Eyüpsultan, 2004

__________________________________________________________

Mustafa YÜREKLİ

 

 

MELEK DEMİR GENCO

(68 yılında Osmaniye’de doğdum…Yağmuru çok olurdu memleketimin..Çinko damdaki pıtırtıları dinleyerek uykuya dalardık çoğu kez..Sarı sıcak yazların uzunluğunda, kızartma kokularını, minarenin tepesinden düşen serçe yavrularına mezar yapmayı, portakal çiçeklerinden kolyeyi,elimizdeki incecik çubukla kumlardan örümcek çıkarıp, tesbih böceklerini yuvarlamayı öğrendik küçükken..Bir de portakal kabuğunu saçlarımıza sürersek saçlarımızın uzayacağını yağmurda..Sonra küçücük kardeşimin ölü bedenini, çırçıplak bir tahta teneşire yatırıldığını, havanın çok soğuk olduğunu, kardeşimin üşüdüğünü, onun yerine benim ölmem gerektiğini, ölünün nasıl bir şey olduğunu anlamak için nefesimi uzun uzun içime hapsedip tuttuğumu, kardeşimin acısından damlara çıkıp ağladığımı, öylece uykuya daldığımı biliyorum bir de…Sonra zaman geçti…Zaman bir kez, bir kez daha geçti..Hala bir yerlerde bebeler ölüyor, hala bir yerlerde bir annenin kalbi sızlıyor en ince yerinden ve hala hayat devam ediyor…)

Bedel

Gidiyorum işte…tutmak için kurşunu,

Aşinasız… Aşikarsızım…

o ağaçta kupkuru…

Kırık bir testinin parçalarındayım…

suyu arayan ana feryadında…

O bebenin topukları altında…

Seninle değil ne derdim ne de gamım…

Kesik olmasaydı damarlarım,

…bilmem buralardamıydım…

Kızmışım bir kere…

…dünyalık işlere…

Alevler etrafında pervane…

Kimsesiz…

İstanbulsuz…

mektubum… pulsuz…

Nihavent gecelere yolcu,

Hoyratlarda kırık bir soluğum…

Aşkı o topraklarda arayan çocuğum…

Biliyorum;

Kârı ölümdür kaderin…

Bedeli de hasretimin…

___________________________________________________________________________________

İlker YILMAZ

Sabah Şiiri

biraz bahar gerekiyor allahım ben hiç iyi değilim

biraz çağla birkaç erguvan gerekiyor

ahmet hamdi tanpınar biraz da zarifoğlunun geç dönemleri

sağcılık gerekiyor biraz, biraz isyan, biraz unutuş

hem toz olurum istesem hem korkarım gitmekten

karakoncolos bahtım şikayetçidir benden

yordum seni ey yeşil gözlü şair ama gene de korudum

seni koruyunca  ben baharı kaybettim

ben baharı kaybettim

benimle birlikte başladı gocuk giyme modası

anlamadım sere serpe anlamadım nasıl sevilir

anlamadım yaşamak nasıl böyle kuzguni

uzun etekler balıkçı yakalar elhasıl kış mevsimi

bu yüzden anlamadım bürümcük nedir

ama şimdi bahar gerekiyor allahım ben hiç iyi değilim

bahar gelince saatlerin ileri alınması gerekiyor

sahilde ellerinden tutulması gerekiyor çok uzun saçlı çok esmer kızların

şırfıntı, sırnaşık bir şeydir bahar belki bilmezsiniz

patronların ağzında bir şakaya dönüşür

bahar en çok içimizin devasa yoksulluğuna yaraşır

ütüsüz pantolonlarımıza, üstten açık iki düğmemize

biber kızartan annemize, iş işleyen kardeşimize

ben bu şiiri bu baharda bitirirsem bahse girerim

bir mavisine bir de gazozuna bahse girerim

sigarayı bırakırım sekiz saat uyumaya başlarım

ben bu şiiri bu baharda bitirirsem dilim çözülür zihnim açılır

hem bahar gelsin diye ihanet ettim musaya

bunun için atıldım senatodan, balıklı havuzlara altın saçtım

el hakü müttekasürü ezberledim hallaçla asılmadan hemen önce

biraz bahar gerekiyor diye başlayan bir şiir yazdım

galiba ben hiç iyi değilim

___________________________________________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

Saldırı

ev/iç-gün

kime tutunduysam bir yanlışlık var her seferinde

kime tutulduysam bir kelime oyunundan ibaret

asayı musa ve kirpiklerinin bir mucizeye dönüşmesi

bununla birlikte sokaklara düşmeyi ben seçmemiştim

 

sokak/dış-gün

daha çok dergileri hatırlıyorum, bir de ali cenklerini

hatırlamak böyle bir şey işte, böyle bir şey sokakta yaşamak

bir polonya filmi, bir renoir tablosu, bir hayal gibi

eski, nasıl bulmalı doğru kelimeyi, ama kurulabilen bir saat gibi

sokaktayım. tezgahtayım. bakışım dik. naylonum temiz.

kimsenin beni anlamadığına iman ettiğim günlerin birinde

kimsenin beni sevmediğini, kimsenin benimle

 

karakol/iç-gün

köşede bir ayna var, burnumda bir çeşit uyuşma

bundan on sene sonra bunları yazmayı düşündüm, yalan değil

böylece, şiirle böylece, intikam alabileceğimi

kurban seçmiştim kendimi, kimse beni sevmiyordu o dakikada

ben de madem babamın eline bir bıçak versem dedim

babamın eline bıçak yakışırdı velhasıl, esaslı bir final olurdu böylece

 

sokak/dış-gün

o finalden vazgeçtim, canım turşu çekince, havayı soluyunca yeniden

gittim kaset aldım bir çeşit eskiciden, kamera sola pan yaptı

ben sol yanımı yokladım, baktım yanlış anlaşılacak şimdi

karakol planını çıkarsam mı dedim sigaramı yakarken

kendime dedim, o cerbezeli dakikada, kendimle konuştum

bayrak yakmak istedim, heyecan artmalıydı, gerekli bir şeydi tempo

 

marmara et lokantası/iç-gün

patlıcan musakka, içli pilav ve beni kimse sevmeyecek endişesi

aynı masada, aynı masalda, aynı kelime oyunlarında

ekmek kopardım, kokladım yemeden önce, sıcak değildi

 

jenerik

seyirci bunu bilmiyordu ve ekmek kokusuyla çıktı sinemadan

eh bu da anlaşılır bir sondu, bütün sonlar gibi

___________________________________________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

YUSUFELİ

Yusufeli Tarihi: İlçenin ilk kuruluşu Erzurum sancağına bağlı 1879 yılında “Kiskim” (Alanbaşı Köyü) adı ile gerçekleştirilmiş, ilçe merkezi bir süre sonra Öğdem’e nakledilmiş, 1894 yılında da Ersis’e (bugünkü Kılıçkaya Beldesi) alınmıştır. İlçe merkezi 26 Haziran 1926 tarih ve 877 sayılı Kanunla tekrar Öğdem’e nakledilerek Artvin’e bağlanmıştır.1933 yılında Artvin’in ilçe olmasıyla Yusufeli ilçesi tekrar Erzurum’a bağlanmıştır. 1936 yılında Merkezi Artvin olmak üzere kurulan o günkü adı ile Çoruh Vilayetine bağlanmış daha sonra 16 Şubat 1950 tarih ve 3531 sayılı Daha fazlasını oku

ŞEHNAME’DE SİYASAL VE KÜLTÜREL KAVRAMLAR

Erdoğan Kara
Beykent Üniversitesi
Uluslararası Ekonomi Politik ve İşletmecilik

1. GİRİŞ

Bilindiği gibi, klasik Şark-İslam geleneğinde ibret verici hikayeler genellikle hükümdarlara ve her sınıftan devlet yöneticilerine yol göstermek maksadıyla hazırlanmaktaydı. Bu tür eserler[1] özellikle geçmiş dönem olaylarını bir hikaye, menkıbe ya da destan şeklinde aktarırlar ve dönemin hükümdarına sunulurdu. Bu tür eserler, edebi değerlerinin yanında türlerine ve inceledikleri konulara göre dönemlerinin düşünce sistemlerini, toplum yapısını, değer yargılarını göstermeleri açısından önemlidir. Bu incelemenin odağını oluşturan ve Firdevsi tarafından hazırlanan Şehname, her ne kadar edebi bir eser niteliği taşırsa da, gerek içerdiği siyasi kavramlar ve gerekse dönemindeki toplumsal yapıyı aktarması bakımından bu şekilde yazılmış eserlerden birisi olarak kabul edilebilir. Daha fazlasını oku

GAZEL-İ SULTAN SÜLEYMAN HAN

Nihalan-ı çemen güllerle ser-ta-pa donanmıştır

Edip terk hürd ü habı bülbülan habdan uyanmıştır.

O da bir bi-vefaya ben gibi zannım inanmıştır

“Derun-ı sinede bağrım sera ser yaralanmıştır

Onun içün gözüm yaşı kızıl kana boyanmıştır”

Bahçedeki fidanlar baştanbaşa güllerle donanmış, bülbülse yiyecek ve uykuyu terk edip uykudan uyanmıştır. Sanırım o da ben gibi bir vefasıza inanmış. “bu yüzden de bağrımın derinliklerindeki yüreğim bütünüyle yaralanmış, gözümün yaşı kızıl kana boyanmıştır”.
Hayali mihmandır daima bu çeşm-i pür-nemde

Onunçündür kesilmez eşk-i hasret hiç bir demde

Firakıyla nola hep böyle ebyat olsa hamemde

“Görenler seyl-i eşki diyeler sahra-yı sinemde

Bahar eyyamıdır güya ki ırmaklar bulanmıştır”

Bu sürekli ağlayan gözde sevgilinin hayali misafirdir. Bu yüzden de hiç bir zaman hasret gözyaşları durmaz. Onun ayrılığı yüzünden kalemim hep böyle beyitler yazsa buna şaşılmamalı. “Göğüs düzlüğünde gözyaşı selini görenler sanırlar ki güya bahar zamanıdır ve nehirler bol yağış yüzünden bulanmıştır.”
Şitada sebze vü ezhardan hali olur dağlar

Ne sünbül kaldı ne şebbü hazana vardı hep bağlar

Olan irfan alıp ibret bu hale daima ağlar

“Bu çarh-ı bi-vefa halin görüp kimdir dilin bağlar

Gelenler dar-ı dünyaya meğer gitmez mi sanmıştır”

Kışın dağlarda çiçek ve yeşillik olmaz, bahçelerde de sonbahar vakti geldiğinden ne sümbül kaldı ne şebboy. İrfanı olan bu görünüşten ibret alıp sürekli ağlamalı. “Bu vefasız dünyanın halini görüp ona gönül bağlayanlar kimlerdir? Acaba bu dünya evine gelenler kendilerini bir gün gitmeyecek mi sanmışlardır.
Edip hep arzu daim derunum kuh u sahrayı

Çıkarmak isterim ben de gönülden böyle sevdayı

Velakin harice güçtür çıkarmak işbu sevdayı

“Gerekmez seyr-i sahrayı yahud gülşen temaşayı”

Cihanın gülü zevkinden dil ü canım usanmıştır

Gönlüm hep dağı ovayı arzu etmiş, ben de gönülden bu sevdayı çıkarmak istemişimdir. Lakin bunu dışarı çıkarmak oldukça güçtür. “Bende ne bahçe ne de ova seyretme isteği var: dünyanın gülünün zevkinden can ve gönlüm usanmıştır.”
Nice dürlü letafet var bu ebyat içre kıl dikkat

Görüp meyl etti kalbi kalmadı hiç sabr ile takat

İşit İlhami, ceddin söylemiştir nazm-ı pür-hikmet

“İşiden şi’r-i pür-suzum okuyanlar diye elbet

Muhibbi derdmend içün tutuşup oda yanmıştır”

Dikkat et. Bu beyitlerin içinde pek çok çeşit güzellik var. Onu görünce kalbim ona meyletti ve hiç sabır ve takatim kalmadı. İlhami, dinle bak atan hikmet dolu beyitler söylemiştir: “Yakıcı şiirimi işiten ya da okuyanlar zavallı Muhibbi için tutuşup ateşlere yanmıştır, diyecekler.”

____________________________________________________

İlhami