Bir Şey Anlatayım

sana bir şey anlatayım: bir kıyamet sahnesini

yerin dehşetli sarsılışını, toprağın kalkışını ve insanın bana ne oluyor deyişini

sokakları, tanımsız kalabalıkları, yenmiş ekin tanelerini, kış mevsimini

sonra bir geniş meydan bulalım kardeşim, oturup söyleyelim eskiyi ve yeniyi

olup bitsin geçip gitsin müzik sussun kadınlar evlerine saklansın biz geldik

erkekliğimiz geldi ağlamamız geldi bizimle birlikte başka şeyler de

dansa kaldırdık kızları, olmadık işler aldık başımıza, belalar sardık, yenildik

bu yenilgiden yeni bir yenilgi onardık ve düştük, sürdükçe sürdü yalnızlığımız

damağımız tutuştu, bir bardak su bulsak, bir ışığı açıp kapasak, bir nun, bir elif

kıyamet işte böyle kopsa, sana bir şey anlatırken, sana dair bu mısrayı yazarken

sana bir şey anlatayım: bir peygamber yalnızlığını

mağarada başlasın her şey, o samut gecede, o eşsiz bekleyişte

markus, durmadan okusun ilahisini ve işaret edip dursun gelecek bir zamanı

hay allah! bu markus benzemiyor başka markuslara, yakmalı bunu, etini kokutmalı

sürmeli bir çarmıh gibi değil, bir sürgün gibi değil, başka bir şey gibi değil

öyleyse oturup bekleyelim kardeşim, dahiyane planlar yapalım hayata karşı

kaslarımız gerilsin, belimiz yorulsun, yaşamak başlasın, dönelim kendimize

bunu biliyor olmalısınız: her terk edilmiş peygamberin bir şarkısı olduğunu

bunu biliyor olmalısınız: o geçen gemi değil hayalet, parlayan yıldız değil çöl ayazı

üşüdük mü, üşümemiz geçer mi, biz hiç asker olduk mu, sevdik mi günahları

esrar dede, esrarlı dede, patlat baba zulanı, yap bunu, yapılmayan bir şey kalmasın

sana bir şey anlatayım: bir kadının uzaktan görülen dişiliğini

ali yok, murtaza yok, kahramanlık öyküleri yok bilmiyorsun hiçbir şey

biz sokağa çıkınca balkonlardan sarkmıyor kimse, tenimizde aradıkları yok

bursa işi bıçaklarımızı dişlerimize kıstırıp pusuya yatsak, geçse sancımız

indirimli satışlardan yararlanıp ah o güzel istanbulun en olmadık caddesinde

bir ateşe yangın bir kıza kaçamak bakış bir kıvrıma tav bir masala kahraman olsak

kardeşim kara üzüm seversin sen bakışların her ne kadar türk olsa aşısız

bakışların deyip durmaktayım kadın deyip durmaktayım çaresiz masa başı sancısı

delikanlı yüreği kan postası sevip sevip uzaktan yakaları kalkık bir eşkıya

bildiğiniz eşkıya dürbününü rehin bırakmış sevdiğine yüzük almak için denir böylesine

içimiz açılıverir yanında kendimizi sakınmak için nedenler bulamayız akşam aşar

ay görünür türkü söyler, üşür tütün sarar, adam vurur namaz kılar, eşkıya budur

hüzün budur gece çöker sonsuz karanlığa bakar aklına efsaneler üşüşür bakarsın saz çalar

ah ne bileyim a yavrum ne etmişler gençliğine yavrumun kara yılan derim der annesi

dövmeleri kadar yaşlıdır mevlide ağlar ama görülmemiştir üzüntüden ağladığı

sana bir şey anlatayım: birinin birdenbire büyümesini

bezden bir bebeği varmış bir çocukluk hayali bir halden anlamaz babası

o yüzden ağlamış geceleyin düş kurmuş ses duymuş hayaletlerden korkmuş

şimdi titreyen ellerine bakıp iç geçiriyor dalıp gidiyor kimselerin bilmediği ormana

ormanda avcılar ceylanları vuruyor açılıyor ormandan ölmüş bir sevgilinin ellerine

elleri var sevgilisinin kimseye anlatamıyor elleri var derinine bakan bir çift gözü

kurtulup ileri atılmak için kardeşim bu eller benimdir sanmak isterim oyun oynamak

kandırırım kimseleri bulamazsam kendimi onu bulamazsam mevsimler biter birden olur

uzakta tek başına bir ağaç görünür evin penceresinden takip edilince büyür bahane olur

yaşamaya bahaneler bulur her gün bir yenisini her gün aklına mukayyet olmak için

yoksa şizofren bir ruh dalgası yoksa anlatım bozuklukları çırpınışlar gelip gitmeyen

gitmeyince bitmeyen kafiye için değil sahiden bitmeyen karabasanlar yaşamamaklar

sokakları doldurup sokakları ah o anlamsız o başka bir şey tarif eksik sözlük yok elimde

elimde ölmüş bir sevgilinin elleri dışında kanıt yok doktor bir de babası söylemiştim

ölmeyi ben istemiştim delikanlılığımda bir işaret fişeği mavi bir sıkıntı olarak şimdi bak

ne olur tanrım ne olur bize bak ellerimizden tut biz üşüyoruz üşüyoruz üşüyoruz

sana bir şey anlatayım: bir şairin eve dönüşünü

anne ben geldim, bin yıllık yaram geldi benimle, aklımın son karışıklığı

o sonsuz masala kafamı bastırıp uzakta olmak biraz da acı çekmektir demek için

bezden bir bebek getirdim kardeşime, çilekler bitti konuşurken, korku dağıldı

lacivert bir gökyüzü beklerken biz, yaz geldi, ergen oğlanların kaçamak bakışları

ben ne anlatsam yarısından fazlası eksik kalıyormuş gibi: susuvermek

“oysa menenjit yüzlerinde kan bırakmaz sarartır çocukları” diyerek tekrar başlamak

kaldığımız yerleri, yalnızlığımıza patlayan, içimize akan ne varsa ah işte unutmadım

kareli gömlek giydim biriyantin sürdüm alet oldum nefsime intikam alıp verdim bu değildi

annem ağladı dağ gibi büyüttüm anlam aradım dilim sürçtü önünüze belki bir gül düştü

kimseler bilmesin evimize kimseler gelmesin artık üzülmeyelim parka gidelim

sana bir şey anlatayım: bitmeyen bir sıkıntıyı

geçermiş kanın damardan bıçağın etten geçişi gibi ay vakti olurmuş bakarmışız abartı

ihtiyarlar parkında oturup meydanları halkları mesela bir kadını ıskalamayı

varolan bir şey değil bir ıslaklığa dokunmak, galiba söyleyemem

bir çocuk kardeşim yığılıp kalıyor kollarıma ses arıyorum bağırmak bağırmak için

bu amansız takip bu olmadık tütün sancısı bu haksız rüzigar bende bir yeri biriktiriyor

bende bir yer var:

oradan usul usul dönüyorum bir elimde asayı musa diğerinde züleyhadan kalma sadaka taşı

dünya durdukça aşk durdukça isyan ya da devrim durdukça ben de durup duracağım oldu mu

bileğime burjuvanın sevdiği o çiçekten çizip çizip sonra sileceğim oldu mu

bir şiir var ham erik gibi vadedilmiş kızlar ant içilmiş incirler gibi bir şiir

ben onu bulup ayrılacağım aranızdan oldu mu

sesim birden hırlamaya dönüşecek bunu beklemiyordunuz kimse beklemiyordu

yalan da olsa çocukluk girilir çıkılmaz bir ırmak olsun, aramızda kalsın, ben sizi seviyorum

___________________________________________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

Zaman İlahisi

plan yapıp emirler veriyor hayaller kuruyorlar, ne kadar da rahat yaşıyorlar

zannederek kendilerinden başka biri olduklarını, başkalarını yağmalıyorlar

oysa atlarda aranır asalet, karanlıkta aranır ses, sonunda insan savunmasız kalır

daha anlatacaklarıma başlamadım bile desem: bir çınarın altı bir yıldızın gölgesi

en iyisi ben bu şiiri yazmayayım, ben yazarsam her şeye yeni baştan başlarım sanılacak

ben yazarsam belli ki sıkıntı basacak ekranları başındaki milyonlarca insanı

güzellik maskelerini, maskeli baloları, askerleri ve iyi görünümlü bayları sıkıntı basacak

kimseyi kandıramayacaksın genç dostum diyecek, sanki ben bilmiyorum rulet oynamayı

sanki ben bilmiyorum rulet oynamayı, sanki bilmiyorum ata binmeyi, çiçekleri sulamayı

fakat yirmi birinci yüzyıl acımasızdır, kıstırır okuma bilmeyen çocukları köşeye

malum, bu günün kızları ağızlarında çiklet yerine jilet taşımayı tercih ederek büyürler

büyür sıkıntı. denir ki işte amerika /yaşasın/ ve parlasın bizim yüz vatlık ampulümüz

çocuklar tersinden sökerler alfabeyi: ilk iş yüzme öğrenirler bu çılgınlık denizinde

bacon tablolarını korkunç bulmayı korkunç komik bularak patlatırlar şarkılarını

tırnak aralarındaki kirleri önemsiz zannederek, kızlarını global dünyayla paylaşarak

paylaşmayı değersiz bularak ve ileri ve durmadan bam diye bir kaypaklık

kaypaktır artık eski tüccarlar, pazar dengelerini önemseyerek yaşamaya başlamışlardır

drama önemini yitirmiştir, dünya kaybetmiştir dengesini, kimi şairler romantiktir

dondurma gibidir dizeleri, ucuz diziler gibidir, kimselere yoktur faydası

vaaz etim, anlaşılır bulundu şiirim, sanırım şaşırttım ekabir takımını, öyle değil mi tenekeci

___________________________________________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

Yirmi Bir

çokça sıkılıyorum sazımın talaşları dökülmüş gövdesinden kuş çıkmıyor sakarya

sözlük okuyorum s harfine gelince selamete erişecekmişim belki diye sakarya

dördüncü sınıfta el yordamıyla aşık olup haşlanmış yumurta ve sanayağlı ekmekler sakarya

nedense adını unutmuşum, sözlüğün s harfinde arıyorum siyah saçlarını sakarya

onlar servise biner benim evim yakında ve memur çocuğu değilim beypazarlıyım sakarya

yüksek sesle okumamalıyım bu şiiri, pelteğim sahi, tırnaklarımı yiyorum, bir de sakarya

o köyde o Allah rızası kokan erkek odalarında parasıyla yatılılık ve fazladan dayak

islami hareketin kökleri: arkadaşlara gönderilen alman çikolataları ve fazladan hipnotizma

elbette vird ve varidat ve müslüm gürsesin yasak oluşu ve melek sinemasında ve fazladan

kandinsky ve mahmud sami, hayy bin yakzan ve milena ve fazladan kaf(k)a karışıklığı asitli

ilk duman ilk iman ilk insan ilk isyan ilk engizisyon ilk kafir ilk müslüman ve fazladan sigara

sabah kahvaltılarında bir türlü kurtulamadığımız uyku ve şişko kızlar gibi kokan yumurta

hatta aramızda kalsın, altın silsileden mevlana halid-i bağdadi ve ian dallas

sonra briyantin ve nefesin ilk kesilmesi bana bir şey oluyor erkek oluyorum bana bir şey

zafer çarşısında siperde bir komutan gibi o köşedeki sanat atölyesinde bunca güzel sezen aksu

siyah saçlı sarı saçlı örmüş saçlarını dökmüş omzunun üzerine dönmüş bana bakıyorlar

yalan söylemeyi de öğrenmeli insan bir davası varsa bırakıp gitmeli kızları afiş asmalı

sahi ben böyle mi büyüdüm. yani tam olarak o baştan çıkarıcı şarkıları dinleyerek

o kızı yüksek sesle severek, tedirgin ve mahcup şiirler yazarak, yorulduğumda soluklanarak

ben asılsız ihbar çıksam şimdi, beni aramasalar, beni kapasalar 49 nolu bir odaya

daha nasıl anlatsam şu olup bitenleri, bu meydan savaşını daha nasıl anlatsam

___________________________________________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

Uzak İlahi

bir şey var: bir rüya bir kadın görüyor

bir şey: eksile eksile ve birdenbire

içimde inleyen yaralı bir köpekmiş meğer

ben onu yıllarca, bulamadım şimdi neye benzettiğimi

bu steril, bu karanlık sokakta, bu kıyamette

kim kimi vurur, kim ölür kim kalır, kim artar bu savaştan

şövalyeler, mimarlar, papazlar, şarap mahzenleri, poker

bu steril kaldırımda a benim kara kuzum, bu sevişmesiz saatte

kabul, herkes kendi içinde kıvrılsın, kendine sorsun soruları

kabul, mesela yere düşen bir çocuğun alınmasın intikamı

yaşayalım: yaşadıkça diyelim ki işte bu birinin öyküsüdür

korkusundan kimselere anlatmaz gene de bilinmelidir

sarı toprak, sessiz yortu, kimine sıcak yatak belki bir ıslık

şeytan kovan ayini, kesilen horoz, atlanılan kül, dökülen kurşun

yani ki derinden derine öyle olmadığına inanmak

neye sayarsanız sayın bilinmez bir köşede kimin kime ne ettiği

ben, kalıpları, imgeleri, dizeleri tekrarlayan biriyim

bilemezsiniz, hem yeşil gözlü hem şaşkın hem epeyce iriyim

sıkılırım bazen avcumun terlemesinden bilirim sıkıldığımı

ölürüm genellikle: hepiniz ölürsünüz, bunu bir tek ben itiraf ederim

“uzak ilahi” koydum şiirimin adını, okuyan anlasın istedim

“kar yağıyor” da olabilirdi örneğin, bu da anlatırdı olanı biteni

kızımın buğdayı, iyilerin duası, devrimci bıyığı ve falan ve filan

ayağa kalktım, su içtim, parmaklarımı kütlettim ve bitti

___________________________________________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

Romatizmin Yeniden Keşfi

     Tarık Tufan’a

saymadım. bu bilmem kaçıncısı olacak bu vişne tadını alışımın

bir kar yağacak, bir göle bakıp hisleneceğim

gece geç vakit acele acele bir şiir bulup unutacağım

böyle olacak romantizmi yeniden keşfim, böyle olacak vişnenin tadı

hem zaten ben sonbaharda doğmuş biri olarak

hep uzaktan sevmeyi hep uzağı sevmek sanarak

varıp gidip bir şeyh efendinin elini tutmadım mı

bir kaşık, bir çorba, yeterince ritmik yeterince tok

ve esnaftan biri olan babam bana hep romantizmi öğretmedi mi

öyleyse nedir keşfetmek istediğim

öyleyse nedir bu göle, bu karın yağışına bakıp

karın yağışı bende başlar: karın içinde bir şarklı şair gizli

şark dedim: oyuna yeniden başladım

___________________________________________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

Benim Meselem

sen şimdi oğluna şiirler yazan ve durmadan kaygılanan bir adamsın ya

yağmuru yağmur, kadını kadın, aşkı aşk olarak tarif eden

sen şimdi çaktırmadığın hüznünle aslında yalnız bir adamsın ya

işte belki de en çok bunun için güzelleşiyor dünya, gözlerim bunun için yeşil

tütünü vakitsiz bırakma ihtimalim belirdi patron, askere gitme ihtimalim

düzgün konuşamadığım için barbarlar tarafından şehrin dışına

şehrin dışına: alanlara, ovalara, çadırlara değil, her şeyin uzağına

şehrin dışına: bir uyarıcıyı beklemek için elimde tefle elimde bıçakla

ihanet edilmiş yusuf gibi, çölün ortasında topuğunu yere vuran ismail gibi

şehrin dışına: sürgüne, idama, intikama, baştaki zonklamaya

ne çeşit bir sürgün bu patron, sen benden çok yaşadın bilirsin

bu içerdeki ağrıyı hangi film, hangi kadın, hangi dize dindirir

yorgunum: az önce bitirdim bir günlük öyküsünü dünyanın

yorgunum: az önce düşündüm bileklerimin üzerinde ince bir çizgi

yorgunum: bu yüzden “bu vefasız alemi” dinleyerek şiir yazmayı

yorgunum: bir kalbiniz vardır, onu dinleyiniz diyen adam kadar

yorgunum: bu yüzden bir türlü kuyruğunu yakalayamıyorum kaplanın

ve şair oluyorum ben de bir çeşit ve bir çeşit şair olarak kendimi

bir çeşit şair olarak küçük ve ortanca boy tanrıları

bir çeşit şair olarak patron, anladın sen benim ne demek istediğimi

son şiirim az önce bitti

___________________________________________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

İstanbul

Tutkulu bir aşk gibidir İstanbul’da yaşamak.

Zor tutunur, zor ayrılırsın.

Taşı toprağı altın diyerek, tası tarağı toplayıp gelirsin,

Altını bulamayınca taşa toprağa dönüşürsün.

Ağırlığın taşımaz seni bu şehirde tutunamazsan,

Hafifliğin savurur rüzgarında seni bu şehrin;

Ya Boğazın mavisine karışırsın,

Ya da bir köşede çöpü karıştırırsın.

İnsanlar görürsün şuursuzca yürüyen,

Otomobiller görürsün sağa sola yalpalayan.

Bir nefes alıp sigarandan,

Karşı sahile bakıp durursun,

Bir de yanında Sarayburnu tavşankanı çay,

“değmeyin keyfime” diye düşünüp

mutlu olmaya çalışırsın.

Bazen sur dibinde yatarsın;

Şansın varsa üzerinde bir palto ile,

Ama çoğu zaman bir gazeteyle.

Ya da çoluk çocuk naylon bir çadırın altına sığınırsın.

Bazen de bir gökdelenin süitinde,

İstanbul’u tepeden süzersin bir kadeh viskinle.

Belki de şehrin en pahallı yerinde,

Yarın kiminle hangi lezzetin tadına varacağını düşünürsün.

Kimi zaman Nişantaşı’nın caddelerinde,

Göz alıcı vitrinlere göz süzersin,

Ya da Topkapı halk pazarında,

En az kullanılmışı ararsın çeyizin için.

Tehlikeden uzak yaşamak için,

Kapanırsın iki göz gecekonduna,

Adım atmazsın gecenin derinliğinde

Bu şehrin sokaklarına.

Belki bir duvarın dibinde,

Ayakların çıplak ana kucağında,

Belki de bir otomobilin camından

Apansız içeriye.

Bir yerlerde kokluyorsan tineri,

Ya da bir yerlerde

Aybaşını getirmek için tutuyorsan çeteleyi,

Dalarsın uzun uzun derinlere.

Koşarsın. Yürümeyi unutursun.

Geri dönsem, dersin;

Geçmişini unutursun.

Ne onunla ne de onsuz,

Girdabına kapılırsın.

Her şeye rağmen;

Tutkulu bir aşk gibidir bu şehirde yaşamak.

Hem çok seversin, hem de darmadağın edersin.

Kopamazsın, çekip alamazsın kendini.

Yaşamın boyunca ya sürersin sefasını,

Ya da ömrün yettiğince cefasını.

Her şeye rağmen;

Yaşamaya devam edeceksen bu şehirde;

Ruhunla, inancınla, gururunla

ve benliğinle yaşayacaksın,

Ve ona sahip olacaksın.

Ya da kalabalığın aktığı yöne

Sen de takılmışsan,

İstanbullu olmuşsun sen!

Boş ver!

Zaten yürüyeceksin.

Gideceksin.

Dönemeyeceksin.

___________________________________________________________________________________________

Şule KARTAL

Aşk Şiiri

ben uzun yeni harmandım, sen tekinsiz bir bakış

sen haldun tanerin duvar dibiydin, ben bodrum katta öğrenci evi

sen yanlış alarmdın, ben sızlayan on yedi

böylece karar verdim aşk şiiri yazmaya

fazla tutkulu, fazla türk, fazla bilmem ne

kızkulesi-üsküdar, üsküdar-kızkulesi

arada boşluk yok, arada hiçbir şey

fazla yakın, fazla tehlikeli

dersten kaçınca içimdeki geri dönme isteği

belki de tırnaklarımı yerken utanmamla ilgili

belki mezar taşlarına bakarken nesneyim

belki ben dün gece öldüm, farkında değilim

ve cebimdeki çek yapımı makine

bana en çok erkek olduğumu

şimdi ben bunları düşünmesem

kimsesiz kalmaktan korkuyorum iyi mi

o kızı bir daha görememekten

kul vefasızsa kader ne yapsın diyememekten

korkuyorum Allah’ım ve görünürde bir yorgan yok

yani durum son vapuru kaçırmak kadar tehlikeli

_____________________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN

Aşktır! Ondan Yürüyorum

bu kara yazgılı bataklık beni çektikçe ben bir falancanın oğlu filanca

bu sırnaşık kader, bu aynalı sözler antolojisi, bu çekip giden misafirimiz

bende bir şey biriktiriyor. bende bir şey. bende bir şey.

anlayın işte kuşlu bir şiir yazmak istiyorum albatros kırlangıç ne olursa

yoruldum kendimi kurcalayarak bu fiyakalı düşüşü uçmak

bu bozulmuş zembereği zafer sanmaktan ve heyhat

bir çift kanat aramanın kimseye bir faydası dokunmayacak

defol git hezarfen: dördüncü murat da öyle yapsın

cürm-ü meşhut kızkulesinde, şemsi paşada ölüm salası

her gün biraz beşir fuad, her gün biraz ilhami, biraz da çiçek

bende bir anlı şanlı, bende bir kayıp oğlan, bende bir azgın iştaha

sahi patron sen şiirden anlarsın, takım elbise giymek yakışmaz sana

bense çölün neresinde kaybettiğimi düşünerek çift uçlu kılıcımı

yoruldum. kendimi kurcalayıp duruyorum. yoruldum. kendimi

sahi ben biraz ölsem. sahi ben biraz ölsem. sahi ben biraz

_____________________________________________________________________

İsmail KILIÇARSLAN