Oturduğumuz masa hayatın
ölüm sınırında
bir uçurum
düşüp de sözün parçalandığı
Tek tek ayrıldık oyundan sahneye
çıkmak için
Oturduğumuz masa hayatın
ölüm sınırında
bir uçurum
düşüp de sözün parçalandığı
Tek tek ayrıldık oyundan sahneye
çıkmak için
Gençlikten elde ne kaldı
Param parça renkli sıcak anılar
Tutkular umutlar heyecanlardan başka
Onlar ömrün bir köşesinde
Mesela kar altında Palandöken’de
Yirmi yaşın kışında kalmalılar
Irmak kenarında çınar ağacı
Ölü genç kıza gölge olur gün boyu.
Kız sabahlara kadar dolaşır
Köy sokaklarında.
Arar ayakkabısının tekini,
Bulamaz.
sen gittin
uzun bir yola yola….
cebinde,
yaban atlara vermek için sakladığın akide şekerleriyle…
Gücüme gitmez idi kafir kast etse bana / Dost elinden kalkan hançer gönlümü bizar eyledi
Seher vakti namazında
Namazında, niyazında
Hem kışında, hem yazında
Kurban olam,yar sana ben..
Gökyüzünde turna olsam
Göllerinde suna olsam
Çeşmelerde kurna olsam
Kurban olam yar sana ben
DUA
Yâ rabbi, beni ruhu kirleten döşeklerden koru
Eline,beline ve diline gevşeklerden koru
“At” izinin “it” izine karıştığı şu günlerde
Özellikle de, iki ayaklı eşeklerden koru
(68 yılında Osmaniye’de doğdum…Yağmuru çok olurdu memleketimin..Çinko damdaki pıtırtıları dinleyerek uykuya dalardık çoğu kez..Sarı sıcak yazların uzunluğunda, kızartma kokularını, minarenin tepesinden düşen serçe yavrularına mezar yapmayı, portakal çiçeklerinden kolyeyi,elimizdeki incecik çubukla kumlardan örümcek çıkarıp, tesbih böceklerini yuvarlamayı öğrendik küçükken..Bir de portakal kabuğunu saçlarımıza sürersek saçlarımızın uzayacağını yağmurda..Sonra küçücük kardeşimin ölü bedenini, çırçıplak bir tahta teneşire yatırıldığını, havanın çok soğuk olduğunu, kardeşimin üşüdüğünü, onun yerine benim ölmem gerektiğini, ölünün nasıl bir şey olduğunu anlamak için nefesimi uzun uzun içime hapsedip tuttuğumu, kardeşimin acısından damlara çıkıp ağladığımı, öylece uykuya daldığımı biliyorum bir de…Sonra zaman geçti…Zaman bir kez, bir kez daha geçti..Hala bir yerlerde bebeler ölüyor, hala bir yerlerde bir annenin kalbi sızlıyor en ince yerinden ve hala hayat devam ediyor…)
Lacivert bir boğmacaya tutuldu yüreğim
Karanlık…Kara lacivert…
Ki zifir…ışık sızmaz bilirim…
Tek söz söylemeyeceğim,
Çığırsa da içim…
Haki baksa gözlerin, yeşilin karasıyla…
Saçların,
Diplerinde okyanusların… mercan toplasa,
Gün kısa olsa…hayatta…
Ölsem dizlerinde,
Yağmurlar altında kaldım, yağmur yağmazken
O vakit beden de
yürek de
sen de, ben de
gençken…
Velhasılı vakit erkenken…
Hüzüne sordum;
Güz ikindisini, fasl ı gazeli, geceleri…
Issız bir gelini anlattı…
Sürgün ve kavruk…
Bir masal söyledi saçların rüzgara,
Yusufeli Tarihi: İlçenin ilk kuruluşu Erzurum sancağına bağlı 1879 yılında “Kiskim” (Alanbaşı Köyü) adı ile gerçekleştirilmiş, ilçe merkezi bir süre sonra Öğdem’e nakledilmiş, 1894 yılında da Ersis’e (bugünkü Kılıçkaya Beldesi) alınmıştır. İlçe merkezi 26 Haziran 1926 tarih ve 877 sayılı Kanunla tekrar Öğdem’e nakledilerek Artvin’e bağlanmıştır.1933 yılında Artvin’in ilçe olmasıyla Yusufeli ilçesi tekrar Erzurum’a bağlanmıştır. 1936 yılında Merkezi Artvin olmak üzere kurulan o günkü adı ile Çoruh Vilayetine bağlanmış daha sonra 16 Şubat 1950 tarih ve 3531 sayılı Daha fazlasını oku
Nihalan-ı çemen güllerle ser-ta-pa donanmıştır
Edip terk hürd ü habı bülbülan habdan uyanmıştır. O da bir bi-vefaya ben gibi zannım inanmıştır “Derun-ı sinede bağrım sera ser yaralanmıştır Onun içün gözüm yaşı kızıl kana boyanmıştır” |
Bahçedeki fidanlar baştanbaşa güllerle donanmış, bülbülse yiyecek ve uykuyu terk edip uykudan uyanmıştır. Sanırım o da ben gibi bir vefasıza inanmış. “bu yüzden de bağrımın derinliklerindeki yüreğim bütünüyle yaralanmış, gözümün yaşı kızıl kana boyanmıştır”. |
Hayali mihmandır daima bu çeşm-i pür-nemde
Onunçündür kesilmez eşk-i hasret hiç bir demde Firakıyla nola hep böyle ebyat olsa hamemde “Görenler seyl-i eşki diyeler sahra-yı sinemde Bahar eyyamıdır güya ki ırmaklar bulanmıştır” |
Bu sürekli ağlayan gözde sevgilinin hayali misafirdir. Bu yüzden de hiç bir zaman hasret gözyaşları durmaz. Onun ayrılığı yüzünden kalemim hep böyle beyitler yazsa buna şaşılmamalı. “Göğüs düzlüğünde gözyaşı selini görenler sanırlar ki güya bahar zamanıdır ve nehirler bol yağış yüzünden bulanmıştır.” |
Şitada sebze vü ezhardan hali olur dağlar
Ne sünbül kaldı ne şebbü hazana vardı hep bağlar Olan irfan alıp ibret bu hale daima ağlar “Bu çarh-ı bi-vefa halin görüp kimdir dilin bağlar Gelenler dar-ı dünyaya meğer gitmez mi sanmıştır” |
Kışın dağlarda çiçek ve yeşillik olmaz, bahçelerde de sonbahar vakti geldiğinden ne sümbül kaldı ne şebboy. İrfanı olan bu görünüşten ibret alıp sürekli ağlamalı. “Bu vefasız dünyanın halini görüp ona gönül bağlayanlar kimlerdir? Acaba bu dünya evine gelenler kendilerini bir gün gitmeyecek mi sanmışlardır. |
Edip hep arzu daim derunum kuh u sahrayı
Çıkarmak isterim ben de gönülden böyle sevdayı Velakin harice güçtür çıkarmak işbu sevdayı “Gerekmez seyr-i sahrayı yahud gülşen temaşayı” Cihanın gülü zevkinden dil ü canım usanmıştır |
Gönlüm hep dağı ovayı arzu etmiş, ben de gönülden bu sevdayı çıkarmak istemişimdir. Lakin bunu dışarı çıkarmak oldukça güçtür. “Bende ne bahçe ne de ova seyretme isteği var: dünyanın gülünün zevkinden can ve gönlüm usanmıştır.” |
Nice dürlü letafet var bu ebyat içre kıl dikkat
Görüp meyl etti kalbi kalmadı hiç sabr ile takat İşit İlhami, ceddin söylemiştir nazm-ı pür-hikmet “İşiden şi’r-i pür-suzum okuyanlar diye elbet Muhibbi derdmend içün tutuşup oda yanmıştır” |
Dikkat et. Bu beyitlerin içinde pek çok çeşit güzellik var. Onu görünce kalbim ona meyletti ve hiç sabır ve takatim kalmadı. İlhami, dinle bak atan hikmet dolu beyitler söylemiştir: “Yakıcı şiirimi işiten ya da okuyanlar zavallı Muhibbi için tutuşup ateşlere yanmıştır, diyecekler.” |
____________________________________________________
İlhami
Nola fahr etse yazarken hame na’t u midhatin
Ol resul-i kibriyanın vasf-ı zat-ı devletin |
Yirmisekizinci Osmanlı padişahı III. Selim’in mahlası. İstanbul’da doğdu. Sultan III. Mustafa’nın oğludur. III. Selim 1789 yılında tahta çıktığında ülke zor günler geçiriyordu. Bu yüzden padişahlığı çeşitli iç ve dış meselelerle boğuşmakla geçmiş, sonunda Kabakçı Mustafa isyanıyla tahtından indirilerek öldürülmüştür(1808).
serin bir kuş geldi gökyüzünden
kanatları bin bir renk,
bin bir emekle boyanmış
küçük, kızıl gagalı
mini mini bir serçe.
Hüznün, hüznümün mevsimisin sen,
Yalnızlığım artıyor, daha fazla sessizlik bürüyor dört bir yanımı seni yaşarken
Dökülen onca kuru yaprak tercüman oluyor hislerime,
Sonbahar seni yaşıyorum delicesine
Toprağının her karışında yaşlı anamın, babamın alınteri,
Suyunda sevda, havanda mutluluk var memleketim
Özlem duydum sana bir ömür boyu
Özledim, özledim ama nafile biliyorum
Gurbet geçirdi birkere prangayı ayaklarıma
Sana gelemedim memleketim
Şimdi uzaklarda hüzün yağmurları düşüyor toprağa,
Ve toprağın kahreden çığlıkları kulaklarımda
Nereye baksam her yanımda sen varsın
Seni unutmak istesemde,bu çok zor biliyorum
Gittin gün sevinçlerimi de aldın yanına,
Yapayalnız bıraktın beni,
Şimdi senin her gülüşünde benim içim kan ağlıyor
Yıkılıyorum, bağırıyorum,ağlıyorum
Ama ne fayda sen şimdi uzaktasın
Benden çok uzakta.
___________________________________________________________________________________________
Hakan OTYAKMAZ